Ana SayfaYazarlarAdnan SalihPiyasaların gündemi
Adnan Salih [email protected] Adnan Salih

Ekonomik kriz beklentisi

08 Mayıs 2017, 10:38 - -

Son birkaç yıldır ülkemizde ekonomik kriz bekleyenlerin sayısında bir hayli artış oldu. Bunun geri planında sosyal, siyasal pek çok faktör yatıyor olabilir.

Ekonomik kriz denince aklımıza öncelikle 2001 krizi gelir. 2001 krizinde ne olmuştu? TL bir gecede %100 devalüe edilmişti. Faizler fırlamış hatta %10000 gecelik faiz bile kayıtlara geçmişti (Bu oranda paranız 3 günde ikiye katlanıyordu). Bono faizleri %300leri geçmiş, iktidar görev yapamaz hale gelmiş ve kısa sürede seçim olmuştu. IMF’den borç alınarak durum idare edilebilir hale gelmişti.

2001 krizi ile birlikte hatırlanan bir diğer önemli kriz 1994 yılında yaşanmıştı. Yine aynı şekilde USD TL’ye karşı 2 kattan fazla değerlenmiş, yıllık %400 ile tahvil ihraç edilmek zorunda kalınmıştı.

İki krizin de öncülü cari açıkların hızlı şekilde tırmanması ile gelmişti.

İki kriz de beklenmiyordu.

2001 ve 1994 krizlerinde banklar batmış, ciddi zararlar ortaya çıkmıştı.

2008 yılında ise hepimizin bildiği küresel kriz patladı. Küresel kriz daha çok emtia ve borsaları vurdu. Gelişmiş ülkeler bankacılık ve finans kesimi ciddi hasarlar aldı. Merkez bankaları o tarihten itibaren piyasaya girdiler ve bir daha da piyasadan çıkmadılar.

Üç büyük merkez bankasının bilanço büyüklüğü gelişimi ne demek istediğimi anlatıyor:

Merkez bankaları bilançoları büyütüp ciddi oranda hisse senedi ve tahvil alıyorlar. Piyasaları bu şekilde destekliyorlar. Zenginlik etkisi ile sorunların çözüleceği beklentisi 10 yıldır değişmedi.

Peki bizde ekonomik kriz neden bekliyoruz?

Son zamanlarda bu konuda okuduğum en güzel yazı serisini ve blog’u sizlerle paylaşmak istedim.

Blog:

https://rhetorica.blog/

Yazarları ülke meselelerine duyarlı genç arkadaşlarımız. Sanırım çoğu yurtdışında yaşıyor / okuyor.

Yazıları baştan paylaşayım, sonrasında özetleyeceğim:

https://rhetorica.blog/2017/01/06/bir-garip-ekonomik-buhran-beklentisi-1/

https://rhetorica.blog/2017/01/09/bir-garip-ekonomik-buhran-beklentisi-2/

https://rhetorica.blog/2017/01/13/bir-garip-ekonomik-buhran-beklentisi-3/

Yazarlar öncelikle anlaşılabilir tanımlarla konuya başlamışlar ki bu çok sıklıkla karşılaştığım bir durum değil. Herhangi bir konuyu 6 yaşındaki çocuğa anlatır gibi aktarmak gerekir, eğer konuyu altı yaşındaki çocuğun anlayacağı şekilde anlatamıyorsanız yeterince bilmiyorsunuz demektir.

İlk yazıdan alıntı yapalım:

  • “…Türbülans-Sallantı şeklinde ifade edebileceğimiz dalgalanmalar finansal piyasalardaki hareketliliğin olması gerekenin üzerine çıktığı dönemleri ifade ediyor. Bu tip dönemlerde uzun vadeli yatırım kararlarını almak zor olduğu için ekonomik büyüme düşük hızda devam ediyor. Türkiye’nin 2011 yılında cari açık rekoru kırması sonucu alınan zorunlu soğutucu önlemler nedeniyle, 2012 yılından beri böyle bir dönemde olduğunu söyleyebiliriz.

 
Resesyon-Daralma ise belirsizlikler, olumsuz şoklar veya ekonominin büyüme potansiyelinin tükenmesi sonucu olan kısa süreli ekonomik küçülmeleri içermekte. Teknik olarak 2 çeyrek üst üste eksi büyüme resesyon şeklinde tanımlanmakta. Örneğin 2016 yılı 3. çeyreği ile oluşan eksi büyümenin yılın son çeyreğinde de devam etmesi halinde bu Türkiye’nin teknik resesyona girdiği anlamına gelecek.

Ekonomik kriz ise iki çeyrekten daha uzun ve şiddetçe daha derin olan ekonomik daralmaları tanımlamakta. Türkiye en son 2008 yılı 2. çeyreğinden başlayarak bir yıl süreyle bu olumsuz süreci yaşamıştı.

  • Depresyon-Buhran ise bir ekonomik krizden kısa süreli çıkış sağlansa bile tekrar yeni bir krizle karşılaşıldığı ve uzun süren küçülme sonrası sosyal patlamaların meydana gelerek siyasi çöküntünün oluştuğu çok özel bir durum…”


Memleketimizde beklenen son madde. Geri planı var yok tartışılır ama bir ekonomik buhran bekleyenlerin sayıca az olduğunu söylemek mümkün değil. Peki bu beklentilerin gerçekleşmesi olasılığı nedir:

“…Büyük bir ekonomik krize neden olabilecek başlıca olağan şüpheliler ise: devletin borçlarını ödeyememesi, bankacılık sisteminin çökmesi, varlık fiyatlarındaki balonun patlaması ve ödemeler dengesi finansmanının sağlanamaması. Ekonomik krizi buhrana dönüştürebilecek faktör ise sosyal patlama yaşanması…”

Devlet borç ödeme kapasitesinde herhangi bir problem yok. Borç / GSMH oranı en iyi ülkelerden biriyiz.

Bankacılık sisteminde kar patlaması var, çökmek bir yana her gün varlıklarını artırıyorlar.

Varlık fiyatlarında balon dediğimizde öncelikle emlak akla geliyor. Fiyatlar şişik ama dünya ölçeği ile karşılaştırıldığında büyük bir balondan söz edemeyiz. Emlak sonrasında ise akıllara borsa geliyor ama borsadaki hareketler geneli sadece magazin boyutunda ilgilendiriyor çünkü yerel yatırımcı borsada yok.

Kısaca özetlemek gerekirse:

  • “…Önümüzdeki 1 yıllık öngörülebilir süre içerisinde kamu maliyesi ve borçlanmasında kötüleşme eğilimleri ortaya çıksa bile bunun hiçbir şekilde kriz yaratabilecek olumsuz potansiyeli bulunmuyor.
  • Bankacılık sektörü de tek başına kriz yaratamayacak ölçüde sağlam yapıda; yalnız olası bir krizde özel sektörün toplu iflasının yükünü kaldıramayarak krizin dalga boyutunu artırma olasılığı var.
  • Benzer bir sonuca emlak sektörü için de varabiliriz. Mevcut gidişatla 1 yıl içerisinde emlak piyasasında arz ve talep kaynaklı olası çöküş gözükmemekle birlikte farklı bir kaynaktan oluşan krizde tutuşturucu etki yapma ihtimali ciddi derecede var.
  • Kamu maliyesinden pek iyi, bankacılıktan iyi ve gayrimenkul piyasasından orta not aldığımızı ifade edebiliriz…”

Hemen şimdi büyük bir buhran ekonomik kriz bekleyenler yanılıyorlar. Borsa, emlak vs. gibi fiyat seviyelerine bakarak durumun güllük gülistanlık olduğunu iddia edenler de hayal görüyorlar.

Kötüye gidişi durdurabilmek adına yukarıda gösterdiğim şekilde merkez bankalarının yaptıklarına benzer olarak bizde de tedbirler alınıyor. Bu tedbirlerin en başında kredi garanti fonu kefil olmak kaydıyla 150milyar TL’den fazla kredinin çok kısa süre içerisinde piyasaya verilmesi geliyor. Bunun yanında merkez bankasının piyasadan 15milyar TL uzun vadeli bono alması, KOSGEB, TUBİTAK, GİRİŞİMCİLİK ve KOBİ destekleri gibi desteklerin de devreye sokulduğunu biliyoruz.

Tüm parasal genişlemenin yan etkisi ise enflasyon olarak oraya çıkıyor. Enflasyonu kırmak için faiz artışı gerekiyor ama faiz artarsa ekonomik aktivite zayıflıyor. Bu bakımdan kredi genişlemesi – yüksek faiz- yüksek enflasyon- değerli TL bileşimi bir ekonomi politikasına geçmiş görünüyoruz. Bu politikada kısa / orta vadeli faizler yüksek kalacak, muhtemelen borsa ve emlak fiyatları artacak (enflasyona karşı koruma), TL faizin yüksek olması sebebi ile değer yitirmeyecek. Ekonomik aktivitede ise sene sonuna doğru bir canlanma bekleyebiliriz.

Tüm bunlar bizi kısa süreli olarak iyileştirebilir am temelde yatan sorunları doğru teşhis etmezsek bugün alınan tedbirler bir sonraki problemi daha da ağırlaştıracaktır. Problem belli: Üretim yok.

Türkiye’nin uzun yıllardır en önemli problemi sermaye birikimi eksikliği çekmesi. Bunu da dış finansman ile gidermeye çalışıyoruz. Elin taşıyla elin kuşunu vurmaya çalışmaktan zaman zaman yorgun düşüyor olsak da borçlanmadan bir türlü vazgeçemiyoruz.

Yazar olası ekonomik kriz ve dış finansmanı değerlendirmiş:

  • “…Krizin bu argümanda biraz kokusunu aldığımıza göre TL’deki değer kaybının olası sonuçlarına yoğunlaşmak gerekli. Hazine’nin borçlanma miktarını sürekli azaltması ve bankaların sağlam yapıları itibarıyla öncelikli ve uygun maliyetli döviz fonlamasına erişimleri bu iki ana unsuru öncelikli riskli grup listesinden çıkarıyor.
  • Döviz açık pozisyonu en büyük olan kesim ise finans sektörü hariç özel sektör. Reel sektör uzun yıllar tadını çıkardığı düşük maliyetli döviz cinsi kredinin 4 yıldır geri ödemesini yapabilmek için kürek çekmekte.
  • Hükümetin de çaresizliği zaten bu noktada başlıyor. Yetersiz merkez bankası rezervleri; fonlamanın devamı için iki olumsuz olan yüksek faiz ve yüksek kurdan birini seçmemizi zorunlu kılıyor.
  • Bunun doğal sonucu da reel sektör yatırımlarının yavaşlaması ve sonucunda da büyümenin durması…”

Yüksek faiz / değerli TL ya da değersiz TL hangisini seçmek gerekiyor?

Çoğu borçlu özel sektör şirketi aldıkları döviz kredisini sanki TL gibi kullanıyor ve sanki döviz sürekli aynı yerde kalacakmış düşüncesinde. Açık pozisyonlar dağlar boyutunda ve kur yükselişine karşı koruma yok. (TTKOM bilançosu buna güzel bir örnek). Bu durum göz önüne alındığında yüksek faiz / değerli TL kombinasyonu daha az yıkıcı.

Daha önceki yazılarımda iddia ettiğim gibi hükümet gelişmelerin tamamen farkında ama anlaşılmaz bir “yaşananların geçici olduğu” algısına sahip:

  • “…Peki durum madem bu kadar açık, hükümet bunu göremiyor mu?
  • Hükümet kesinlikle durumun farkında; yalnız sıkıntının geçiciliğine dair arkası doldurulamayan bir iyimserlik içinde.
  • Dolayısıyla özellikle özel sektörün yatırım için önünü açacak sonucu 1 yıl içerisinde hızla alınabilecek yarı yapısal reformlara odaklanılmış durumda.
  • Örneğin KOBİ’lerin krediye erişimleri devlet garantileriyle ve teminat tanımının genişletilmesiyle kolaylaştırılıyor. KOSGEB aracılığıyla maliyetsiz kredi KOBİ’lere sunularak ticari ödemeler sisteminin çökmemesi sağlanıyor. Bu tip politikalara olan önyargıları bir kenara bırakırsak eğer, alınan önlemlerin gerçekten dövize ihtiyaç olmadan ekonominin kısa vade için krizden uzak, sınırlı büyüme ile yola devam etmesine olanak sağlayabileceğini gözlemleyebiliriz. Bunun bedeli ise bir nevi gelecekte olması gereken büyümeyi öne alarak gelecekteki büyümeden feragat etmek. Yani hedeflenen kısa vadede korkulan senaryoyu biraz daha ötelemek ve mümkünse şiddetini zamana yayarak düşürmek…”

Kriz, ekonomik buhran, hiperenflasyon… olacak mı?

“…2017’ye krizden çok ite kaka ilerleme, 2018’e ise kriz için olası dedik; peki ya bir krizden de öte buhran olasılığı?  

Tam anlamıyla önce finansal piyasaları alt üst eden hem kısa hem de uzun vadeli yatırımcıları ülkeden kaçıran, özel sektörün olumlu beklentilerini kırıp yatırımdan kaçınmalarına yol açan ve en sonunda reel maaşlarda gerileme, yüksek işsizlik ve hatta hiperenflasyon yaratarak biz bireylerin canına okuyan ekonomik buhran önümüzdeki yıllarda gerçekleşebilir mi...”

Üretime odaklanıp ekonomiyi başka bir çizgiye çekmek, işsizliği azaltarak kısa vadede katma değer sağlayabilecek alanlara yönelmek turizm sektörünü rehabilite etmek ve tekrar gelir getirmesini sağlamak en başta yapılması gerekenler arasında bulunuyor.

Dünya ekonomileri coşarsa muhtemelen biz de trene katılır ve bir süre daha iyi gideriz. Aksi takdirde işimiz zor ev ödevleri çok ağır.

Murat Kubilay şahsında Rhetorica blog yazarlarına teşekkür ediyorum, elinize sağlık güzel yazılara devam.

Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.

YORUMLAR (2)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)
  • emekli08 Mayıs 2017 23:08

    eskiceri ne güzel acıklamışşın teknik olarak bunu okuyup anlayacak kac kişi var camlara baksınlar satılık ilanları görsünler hic bukadar ilan ben görmemiştim

  • eskiçeri08 Mayıs 2017 18:54

    Ben gelişmiş ekonomiler arasına girebileceğimiz yönündeki umudumu yitirdim, öyle ilk on falan tamamen hayal, en fazla iki ileri bir geri devam ederiz. Nedeni de yönetim ve eğitim anlayışımız: "ara eleman" kafasıyla ne kadar olursa, bilim ve sanatın yerine dini koyarak nereye kadar gidebilirsek oraya kadar gidebiliriz. Üniversitelerin bilim üretimi yedi yıl öncesine döndü, orta ve lise eğitiminde dökülüyoruz. Ekonomiye ne eğitimden demeyin, gelecek on yılları kaybediyoruz. Bunlara ek olarak fırsatçılığı, dolandırıcılığı, adam kayırmayı, uyanıklığı, torpili meziyet kabul eden bir kültüre doğru gidiyoruz, bu anlayışla da bu ekonomiden adam olmaz. Dediğim gibi uzun vadeli projeksiyon kötü, olur da köklü reformlara girişilirse ileride toparlanılır belki ama öyle bir amaç da yok açıkçası.