Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s (S&P), ABD merkez bankasının (Fed) tahvil alımını azaltmasının gelişmekte olan ülkelere etkileri konusunda Türkiye’yi kırılganlıkta ilk 3’te değerlendirdi.
S&P’nin yaptığı son çalışmada, küresel sermaye akımlarına karşı Ukrayna kırılganlıkta ilk sırada yer alırken, Gana ikinci ve Türkiye en kırılgan üçüncü ülke oldu. Pakistan ve Mısır gibi çok ciddi sorunlarla uğraşan ülkelerin bile Türkiye’den daha az kırılgan olarak değerlendirildiği listede, Makedonya, Belarus, Bulgaristan, Gürcistan, Hırvatistan, Fas ve Güney Afrika ise ilk 10’da yer aldı. Türkiye geçtiğimiz aylarda Morgan Stanley’in Fed kararlarının ardından para birimi en çok değer kaybeden ülkeler listesinde ‘kırılgan beşli’ olarak ilan etmişti.
ÖZEL SEKTÖRÜN BORCU S&P’nin, dün İstanbul’da şirketlere yönelik düzenlediği seminerde de anlatılan bu çalışmanın sonuçları, S&P Ülke Derecelendirmeleri Analitik Başkanı Moritz Kraemer ve Türkiye dahil S&P Doğu Avrupa, Orta Doğu ve Afrika Bölge Müdürü Zeynep Holmes tarafından, bir gün önce ekonomi basını ile paylaşıldı. Ülkelerin kredi notlarına ilişkin değerlendirmelerde en yetkili isimlerden biri olan Kraemer, Türkiye’nin çok ciddi ekonomik ve siyasi sorunları olan ülkeleri geride bırakarak kırılganlıkta ilk üçte yer almasını, cari açık ve özel sektörün borçluluğunun yarattığı risklere bağladı. Kraemer, Türkiye Hazine’sinin toplam borç stoğunu azaltmak, vade yapısını uzatmak ve maliyetlerini düşürme başarısını göstermesine karşın halen GSYİH’nın yüzde 10’u kadar bir borçlanma yapmak zorunda olduğunu ve Hazine’nin borcu düşmesi karşın hane halkı ve şirketler kesiminin borçluluğunun arttığına işaret etti.
NOT DEĞİL MALİ DURUM Bu çalışmanın ülkelerin kredi notunu göstermediğinin altını çizen Kraemer, Türkiye’nin kırılganlıkta ilk 3’te olmasına neden olan kriterleri şöyle açıkladı: “Bu sıralamada 3 kritere bakıyoruz. Biri brüt dış finansman ihtiyacı. Türkiye’nin dış finansman ihtiyacını, ihracat gelirlerine bölüyoruz. Eğer bu rakam 100’ün üzerinde ise, ülkenin fazladan dış gelire ihtiyacı var demektir. Türkiye için bu rakam 139. Bir diğer kriter ise, kısa vadeli dış borcun kullanılabilir döviz rezervine bölünmesi ile bulunuyor. Türkiye için bu rakam da 166. Yani Türkiye’nin rezervden çok borcu var. Son kiriter ise, çifte açık önlemi. Yani cari açık ile devleti borcunu toplayıp milli gelire bölüyoruz. Türkiye için bu oran yüzde 9.7. Türkiye’nin güçlü olduğu pek çok alan var. Ancak bu göstergelere bakılırsa mali durum bunlardan biri değil.”
HAZİNE İLE KONTRAT GÖRÜŞMELERİ SÜRÜYOR Zeynep Holmes, S&P’nin Türkiye’yi derecelendirmesi için Hazine ile yeniden kontrat yapma konusundaki görüşmelerin devam ettiğini belirterek, “İstedikleri zaman bizimle kontrat yapabilirler. Gördüğünüz gibi biz yine Türkiye’yi değerlendirmeye devam ediyoruz” dedi.
TÜRKLER ALINGAN DEĞİL İLGİLİ Ülkelerin derecelendirmeleri konusunda 20 yılı aşkın bir deneyimi olduğunu söyleyen Zeynep Holmes, “Türkler not konusunda alıngan değiller. Ülkelerin notlarını beğenmemeleri normal. Biri beni değerlendirse ben de daha iyi olduğumu düşünebilirim. Bu konuda alınganlığa gerek yok. Çünkü derecelendirmeler çok soğuk rakamsal analizlerdir. Bu konuda herkesi mutlu etmek mümkün değil. Kimileri notu çok düşük bulurken bazen ‘Niye Türkiye’yi bu kadar yüksek notluyorsunuz, şu şu riskler var’ diyen yatırımcılar da oluyor” dedi.
Moritz Kraemer ise, Türkiye’de geniş kitlelerin kredi derecelendirmesi ile ilgilendiğini belirterek, “Ben bunun sağlıklı bir şey olduğunu düşünüyorum. Bizim yaptığımız iş çok zor, herkesi mutlu etmek neredeyse imkansız. Dolayısıyla bir geri bildirim almamız sağlıklı. Yaptığımız iş kişisel görüşlerimizi yansıtmıyor, analitik tespitlerdir. Not bir bilimsel sonuç değil, bir görüştür. Ekonomik gelişmeler mutlaka bizim yaptığımız tespitler doğrultusunda olacak diye bir şey söz konusu değil. Özellikle karşılaştırma yapılabilmesi için gereklidir. Ülkeler ve şirketler derecelendirilme ihtiyacı duyarlar. ” diye konuştu.
ANİ DURUŞ RİSKİNİ GÖZARDI ETMEMELİ Türkiye’de Merkez Bankası’nın ocak ayındaki faiz artışını ‘agresif’ olarak değerlendiren Moritz Kraemer, “Bu faiz artışı hane halkının, şirketlerin ve devletin kredi kullanımındaki maliyetleri artırdı. Bu süreçte yabancılar için de paralarını biraz daha Türkiye’de tutmaları için bir neden oluştu. Hatta yeni para girişi de sağlandı. Ancak alınan kredi tedbirlerinin ekonomiler için yavaşlama ya da ani duruş riski barındırdığını göz ardı etmemek lazım” dedi. Kraemer mali dengesizlik ve siyasi istikrarsızlığı tüm ekonomik krizlerin temel nedeni olarak tanımlarken bunlarla mücadelenin kolay olmadığını söyledi. Kraemer, “Kuru korumak için sonsuza kadar döviz satamazsınız. Ayrıca faiz hareketleriyle de resesyona düşmeden istikrar sağlamak kolay değil. İstikrarı sağlamanın belli bir formülü yok. Tek bir araçla tüm dengeleri düzeltmek mümkün değil” diye konuştu.
Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.