Türkiye'nin bu krizle birlikte bir fazla kapasite sorunu yaşadığını kaydeden ING Bank Yönetim Kurulu Üyesi ve CEO Vekili Vincent van den Boogert, bu durumda yatırım talebinin canlanmasının çok uzun zaman alacağını söyledi. Teşvikleri değerlendirirken bu tür yapısallaşan sorunları dikkate almak gerektiğini belirten Boogert, "Türkiye'nin kısa vadede mevcut global konjonktürde hedefi hızlı büyüme değil, kendine has bir kalkınma modeli oluşturmak olmalı. Hızlı büyüme bunun sonucu olarak zaten gelecektir" diye konuştu. Bu nedenle ekonominin performansında yapısal reformlarda elde edilecek başarının belirleyici olacağını, başka bir deyişle yapısal reformların bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğini kaydeden Vincent van den Boogert, örneğin kayıtdışı ile mücadelede elde edilecek başarının bankacılık sektörünün orta vadede büyümesinin en önemli belirleyicisi olacağına dikkat çekti. Bankacılık sektörü içinde belli alanlarda rekabetin zaman zaman arttığını kaydeden Vincent van den Boogert, "Ancak yoğun bir rekabet yaşanması beklenmemeli; çünkü bu tür eğilimler genelde aşırı iyimserlik dalgasının yaşandığı dönemlerde görülüyor ve öyle bir dönemde değiliz" dedi. Her ne kadar küresel para piyasalarında istikrar büyük oranda temin edilmiş olsa da finans sektöründe yeniden yapılanma sürecinin henüz tamamlanmadığına dikkat çeken Boogert, burada çıkacak sürprizlerin yeni bir güven bunalımı yaratabileceğinin altını çizdi. ING Bank Yönetim Kurulu Üyesi ve CEO Vekili Vincent van den Boogert, "Bankacılık Dizisi" kapsamında Referans'ın sorularını şöyle yanıtladı: G-20'nin küresel ekonomik politikalar konusunda kazandığı etkinliği nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu platformda alınan kararların krizden çıkışta olumlu rol oynadığı söyleniyor, katılıyor musunuz? Türkiye'nin de içinde bulunduğu bu platformun etkinlik kazanması, Türkiye ekonomisi açısından ne kazandırır? Yaşadığımız krizden çıkabilmemiz için dünyada tüketim-üretim dengelerinin değişmesi gerekiyor. ABD'nin daha fazla dış talebe yönelmesi, buna karşın ihracata dayalı kalkınma modeli olan Çin ve benzeri Asya ülkelerinin ise iç talebe yönelmeleri gerekiyor. Diğer bir deyişle tüketimin gelişmiş ekonomilerden gelişmekte olan ekonomilere kayması, dünya ekonomisindeki dengesizliklerin zaman içinde giderilebilmesi için önemli. Sonuçta krizden çıkışa gelişmekte olan ülkelerin önderlik etmeleri bekleniyor. Tüm bunlar dikkate alındığında, G-20'nin G-7'ye oranla öneminin artması hem doğal hem gerekli bir süreç gibi görünüyor. Krizin global boyutu nedeniyle koordineli politikalar üretilmek zorunda, dolayısıyla bu platformda alınan kararlar ve takibinde uygulamada sağlanan başarı önemli. Türkiye ekonomisi açısından ise krizden çıkışta G-20 içinde "karar mekanizmasına" dahil olmak gerekli ama yeterli bir şey değil. Türkiye ekonomisinin performansı büyük oranda dış gelişmelere duyarlı kalmaya devam etse de zamanla içeride uygulanan politikaların önemi artacaktır. Son G-20 kararları ve IMF-Dünya Bankası Genel Kurulu'nda alınan kararlar çerçevesinde, bundan sonra küresel ekonomide nasıl bir seyir izleneceğini tahmin ediyorsunuz? Türkiye'nin bu seyirdeki konumu nasıl olacak? Dünya ekonomisinde dip aşıldı ve toparlanma başladı. Ama toparlanma süreci uzun ve büyük olasılıkla ilk yaşadığımız kadar sert olmasa da dalgalı olacak. G-20'de uygulanan olağanüstü teşvik politikalarından çıkış için acele edilmemesi uyarısı yapıldı, IMF'nin klasik rolünün değişmesi ve krizden çıkışta gelişmekte olan ülkelere desteğinin artırılması öngörülüyor. Dolayısıyla belirsizliklerin kısmen azaldığı ancak yok olmadığı bir dönemdeyiz. Türkiye ekonomisi sistemik risk taşımaması nedeniyle daha hızlı toparlanma potansiyeli taşıyor ancak bunun yaşanabilmesi için global belirsizliklerin azalması, dünya ekonomisinde toparlanmanın güçlenmesine dair sinyallerin güçlenmesi şart. Türkiye ekonomisinde krizden çıkışta ağır bir canlanma temposu izleniyor. Önümüzdeki yıl, baz etkisi nedeniyle büyüme oranlarının artması bekleniyor. Rakamlardaki artış yeterli olacak mı, yoksa üretim seviyesinin artırılması için sizce ek önlemlere ihtiyaç var mı? Türkiye tasarruf açığı olan bir ülke, dolayısıyla hızlı büyüme için dış kaynağa ihtiyacı var. Her ne kadar ihracatın GSYH'ye oranı diğer birçok ülkeye oranla düşük olsa da krizden beklendiğinden çok daha fazla etkilendi. Önümüzdeki dönemde de hızlı bir toparlanma yaşanması büyük oranda dünyadaki belirsizliklerin azalmasına bağlı kalacak. Genel olarak kamuda disiplinin sağlanması ve korunmasının Türkiye ekonomisine desteğinin çok daha büyük olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bütçede öngörülen kademeli düzelmenin hayata geçirilmesi ve hükümetin yapısal sorunlara öncelik vermesi büyük önem taşıyor. Türkiye bu krizle birlikte bir fazla kapasite sorunu yaşıyor, bu durumda yatırım talebinin canlanması çok uzun zaman alacak. Teşvikleri değerlendirirken bu tür yapısallaşan sorunları da dikkate almak gerekiyor. Türkiye'nin kısa vadede mevcut global konjonktürde hedefi hızlı büyüme değil, kendine has bir "kalkınma" modeli oluşturmak olmalı, hızlı büyüme bunun sonucu olarak zaten gelecektir. Dolayısıyla ekonominin performansında yapısal reformlarda elde edilecek başarı belirleyici olacaktır. Diğer bir deyişle yapısal reformlar bir an önce hayata geçirilmeli, örneğin "Mali Kural"ın bir an önce gerekli kurumsal altyapı ile birlikte hayata geçirilmesi, Ticaret Kanunu'nun bir an önce geçirilmesi, Vergi İdaresi'nin etkinliğinin artırılması, mahalli idarelerin bütçe üzerindeki yükünün azaltılması, kayıtdışı ile mücadele, işgücü kalitesinin artırılması, işgücü talebiyle uyumlu hale getirilmesi gibi yapısal tedbirler bir an önce alınmalı. Bankacılık sektörü karlı bir yılı geride bırakıyor ancak bundan sonrası için karlılığın tartışmalı olacağı anlaşılıyor. Karlılık açısından bankaların bundan sonra neler yapması gerekecek, hangi alanlara yönlenmesini bekliyorsunuz? Bankacılıkta bundan sonra verimlilik ön plana çıkacaktır. Bankacılık operasyonlarının daha etkin bir şekilde yönetilmesi, maliyetlerin azaltılması önemini koruyacaktır. Belirsizliklerin azalması ile birlikte yine kredilere dayalı bir büyümenin kademeli olarak gerçekleşmesi beklenebilir. Kayıtdışı ile mücadelede elde edilecek başarı, bankacılık sektörünün orta vadede büyümesinin en önemli belirleyicisi olabilir. Hazine faizlerinin artık dibe yaklaşması, bankaları yeni plasman alanlarına yönlendiriyor. Sizce Hazine, tahvil-bono ihracında nasıl bir faiz seyri izlenecek, endeksli kağıt ihracı ne kadar artabilir? Kamu borçlanmasında, ek kaynak bulunmadığı takdirde, faiz cazibesi azalacağı için bir sıkıntı olabilir mi? Hazine, 2009 gibi zor bir yılda yüzde 110'un üzerinde bir iç borç çevrim oranını maliyetleri düşürerek gerçekleştirdi. Önümüzdeki dönemde bütçede öngörülen kademeli düzelme nedeniyle borç çevirme oranları yine yüksek kalacak. Bu, tek başına değerlendirildiğinde faizlerde hızlı düşüşlere engel olacak bir şey. Ancak şunu da unutmamak gerekiyor; Türkiye ilk defa kalıcı düşük enflasyon, düşük faiz ortamına yaklaştı. Dolayısıyla faizlerin düşük olmasının tek başına sorun oluşturduğunu söylemek yanıltıcı olur. Türkiye'de aktörler önümüzdeki dönemde düşük enflasyon, düşük faiz ortamına alışacak; kamu borçlanmasında sadece faiz cazibesi azaldığı için bir sıkıntı yaşanması beklenmemeli. Bankalar, Hazine kağıtları yerine, bundan sonra plasman ağırlığını kredi kullandırmaya ne kadar verebilirler? Zaten güçlü olan reel sektör firmaları kredi temin edemiyor mu? Bankaların kredilerde aşırı rekabete girmesi beklenmeli mi, böyle bir eğilim ileriye dönük olarak bankalarda ve sektörde sıkıntı yaratmaz mı? Ekonomideki toparlanmaya paralel olarak kredilerde artış olacaktır. Son dönemde daha çok bilançoları zayıf firmaların kredi temininde zorlandığını gördük. Belli alanlarda rekabet zaman zaman artıyor ancak yoğun bir rekabet yaşanması beklenmemeli; çünkü bu tür eğilimler genelde aşırı iyimserlik dalgasının yaşandığı dönemlerde görülüyor ve öyle bir dönemde değiliz. Bankaların, herkes tarafından çok övülen sermaye yeterliliğinin, önümüzdeki dönem yetersiz kalma ihtimali var mı? Küresel krizden çıkış ve ekonomideki canlanma uzadığı takdirde, genel ekonomi, sektör ve bankalar bundan nasıl etkilenir? Bankaların yaşanan krizde en önemli sorunu, kredilerde yaşanan geri ödeme zorlukları. Ancak 2009 yılı karlarıyla da desteklenen mevcut sermaye yeterlilik oranları, söz konusu kredilerde bugüne oranla çok daha ciddi artışları dahi karşılayacak düzeyde. Dolayısıyla sistemde bir sermaye sıkıntısı yaşanması olasılığı yok. Krizin uzamasının en önemli etkisi ise yapısal sorunların daha çok ortaya çıkması olacaktır. IMF ile anlaşma yapılması ve yüklü bir dış kaynak temini, Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektörünü nasıl etkiler? Anlaşma olmadığı takdirde sadece Orta Vadeli Program (OVP) ekonomide güvenin sağlanması için sizce yeterli olur mu? Dış kaynak kısa vadede borçlanma gereğini azaltacağı için reel sektörün kullanabileceği kaynağı artıracaktır. Ancak yaşadığımız krizde birçok ülkede dış kaynağın tek başına ekonomilerin toparlanmasına destek olamadığı görüldü; dolayısıyla kaynak temini dışında uygulanan politikaların daha önemli hale geldiğini unutmamak gerekiyor. Sonuç olarak gereken yapısal adımlarla desteklendiği ve hedeflere ulaşıldığı takdirde OVP, ekonomide güvenin sağlanması için yeterli olabilir. YENİ SATIN ALMALAR VE BİRLEŞMELER GÖRÜLEBİLİR 2001 yılında başlayan süreçten kastımız konsolidasyon ise çok yakında olmasa da önümüzdeki dönemde yeni satın alma ve birleşmelerin yaşanması olası görünüyor. Yüksek sermaye ile çalışan Türk bankacılık sektöründe, faizlerin düşmesi ile birlikte sermayeden elde edilen yüksek getiri de azalacak, ayrıca ürünlerin üzerindeki faiz marjı da daralacaktır. Bu nedenle önümüzdeki dönemde bankalar karlılık seviyelerini koruyabilmek için verimliliği artırmaya ve ölçek ekonomisinden faydalanmaya yönelebilirler. Bu gelişmelerse yeni satın alma ve birleşmelerin yaşanması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Ancak bu konuda, global ekonomi kriz ortamından kalıcı olarak çıkmadan çok çabuk bir gelişme beklememek gerekir. BOOGERT'E GÖRE EN CİDDİ 4 RİSK - Ticari emlak kredileri piyasasında henüz düzeltmenin yaşanmamış olması, dolayısıyla belirsizliklerin sürmesi. - Finans sektöründe yeniden yapılanma süreci henüz tamamlanmadı, burada çıkacak yeni sürprizler, yeni bir güven bunalımı yaratabilir. - Küresel ekonominin iyi gittiği bir ortamda, Türkiye'nin kendine özgü risklerinin oldukça sınırlı olduğu söylenebilir. - Türkiye'de bankacılık sektörünün önündeki en önemli risk, mevcut varlık yükümlülük yapısındaki faiz riski olabilir. ERDAL SAĞLAM - REFERANS
Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.