Saxo Bank'ın kurucusu ve CEO'su Lars Seier Christensen, Almanya Başbakanı Angela Merkel'i vizonsuzlukla suçladı. Christensen, AB'nin de yeniden değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. İşte deneyimli bankacının çok önemli uyarılar içeren yazısı...
Yıllar içinde pek çok siyasetçiyle tanıştım. Ama son zamanlarda fark ettim ki inandıkları değerlerin ardında durabilen çok az siyasetçi var. Siyaset artık tamamen günlük problemlere ve kamuoyu yoklamalarına odaklanmış durumda. Liderlik ve dürüstlük gibi temel değerlerse arka planda… İdeolojiler ve cesaret geçmişin masalları haline geldi. Avrupa’nın bu süreçteki en önemli zaafı ise AB’nin fiili lideri Angela Merkel ve onun Euro Bölgesi hakkındaki vizyonsuzluğu…
Merkelin vizyonsuzluğu diye tabir ettiğim durum İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa siyasetini etkileyen duygusallığa keskin bir kontrast oluşturuyor. Rasyonel olmaya karşı bir itirazım yok. Aksine, içinde bulunduğuz bataktan bizi rasyonalitenin kurtaracağına inanıyorum. Ve fakat rasyonellik vizyonsuzluk anlamına gelmemeli. AB’nin küresel ekonomik yarışı kazanması gerektiğini söyleyip bu nedenle de İngiltere’yi AB’nin içinde tutmaya çalışmak bir vizyon değil!
Saxo Bank Mayıs 2009’da Prag ofisini açtığında, ekibim Çek Cumhuriyeti’nin o zamanki başbakanı Vaclav Klaus’la bir görüşme talep etmişti. Talebimiz kabul edildi. Birkaç ay içinde, Başkanlık Sarayı’na doğru yol alan bir arabanın içindeydik. Vaclav Klaus Demir Perde’nin yıkılmasından itibaren devlet kaynaklı adaletsizlik ve yolsuzluğun karşısında duran bir özgürlük neferiydi. Görüşmemiz sırasında o dönemde çok az kişinin farkında olduğu ve yavaş yavaş yükselmeye başlamış olan Euro Bölgesi’ndeki borç krizi hakkında konuşma fırsatı bulduk. İkimiz de Avrupa’nın en büyük sorununun ortak para birimi olduğunda hemfikirdik.
O nedenle Klaus’un geçen yıl İngilizcesini yayınladığı ve Avrupa’nın mevcut durumuna ilişkin yaşadığı hayal kırıklıklarını anlattığı 'Avrupa: İllüzyonların Kırılması' isimli kitabının Danimarka diline çevrilip yayılması için elimden gelen her şeyi yaptım. Avrupa’daki İkinci Dünya Savaşı’ndan borç krizine kadar yaşanan gelişmeleri ele alan kitap, mevcut istikrarsızlık evresini bir “ara dönem” olarak tanımlıyor. Benim gibi Avrupa’ya değer veren herkesin okuması gereken bir çalışma.
Klaus, Avrupa’nın ekonomisini yeniden geliştirmeye başlaması için, ciddi bir değişime girmesi gerektiğini savunuyor. Bu değişimin de ancak ve ancak cesur bir vizyonla gerçekleşebileceğine inanıyor.
Avrupa için ortak bir para birimi fikrinin temeli çok eskilere dayanıyor aslında: Konuyu ilk gündeme getiren; Birleşmiş Milletler'in öncüsü olan Milletler Topluluğu olmuştu. İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonraydı ve o zamanlar bu sadece uzak ve şatafatlı bir hedefti. 1970’deki Wener Raporu ise ortak para birimini Avrupa Ekonomi Topluluğu’nun somut hedefleri arasına koyuyordu.
BRÜKSEL'İN ÜRKÜTÜCÜ BÜROKRASİSİ YERİNE... Her ne kadar Euro AB’nin pek çok probleminin nedeni olsa da ortak para birimi fikri birçoklarına etkileyici, hırslı ve mantıklı gelmişti. ABD nüfusundan bile daha fazla insan barındıran bir alanda yaratılacak ekonomik ve mali birlik uluslararası arenada çok önemli bir koz olabilirdi. Avrupalı siyasetçiler yıllar boyunca gerçek siyasi gücün hayalini kurdu. AB hakkındaki diğer birçok şey gibi Euro da Avrupalı politikacıların kendilerini ABD’ye, Rusya’ya ve daha sonrada Çin, Hindistan ve Orta Doğu gibi gerçek veya potansiyel süper güçler karşısında kendilerini yetersiz hissetmelerinden doğdu.
Gerçi bu tablodaki temel problem şu: Avrupalıların büyük bir çoğunluğu mali birliğin temelini oluşturması gereken siyasi harmoniyi oluşturma konusunda hiçbir zaman istekli olmadı. Zengin ülkelerin vatandaşları ne ulusal kimliklerinden feragat etmek istediler ne de ekonomik başarılarının kolektif bir havuzun parçası olmasını... Dolayısıyla sistem, daha fakir ülkelere sağlanacak desteklere dayalı bir yapıya büründü.
Ben kendi adıma, Brüksel’de her geçen gün daha anti demokratik hale gelen ve ürkütücü şekilde güçlü olduğunu düşündüğüm bir bürokrasidense, güçlü ulus devletlerinin birbirlerine ekonomik refah ve serbest ticaretle bağlı olduğu bir yapıdan yanayım.
Euro fikrine ilk etapta en çok ilgi gösteren ülkeler ekonomik anlamda diğerlerine göre daha zayıf olanlardı. Zira böyle bir sistemde geleneksel siyasetlerini bir kenara bırakmadan ciddi avantajlar elde edebileceklerdi. Fakat AB, zenginliğin durmadan aktığı ve herkesin almaya hakkı olup olmadığını kanıtlamadan içebileceği bir ırmak değil.
İşe yarayan, bir ortak para biriminin olmazsa olmazı güçlü ekonomik ve siyasi temellerdir. Avrupalı siyasetçiler de bunu gayet iyi biliyordu elbette. Avrupa Para Birliği’nin kurulamasına sayılı günler kala muhalefet sesleri de yükselemeye başlamıştı. Ancak Avrupa’nın ileri gelen hükümetleri için bu durum bir şey değiştirmedi. Sonuçta temelleri deniz kenarındaki kumdan kaleler kadar zayıf bir birlik kurulmuş oldu.
Birlikten beklentiler ortaya çıakcak ekstara ödeneklerden faydalanmak yönündeydi. En azından ilk başlarda… Ancak zamanla asıl gündemin parçalı ve geniş bir temel kurmak olduğu ortaya çıktı. Kimse toplumların ne düşündüğünü anlama zahmetine girmedi. Siyasetçiler daha da geniş bir entegrasyonun peşinde... Neden mi? Çünkü sadakatinizi kendi halkınız yerine Brüksel’deki kural koyuculara bahşederseniz, bu yatırım size çok sayıda iş, rekabet gücü ve arkadaşlarınıza hava atabileceğiniz bir siyasi görünürlük olarak geri döner!
Peki ama kur risklerini sıfırlayan böylesi pratik bir sistemin ve hatta ve uluslararası çalışan güçlü bir merkez bankası ne gibi bir problem yaratabilir ki?
Ortak para birimine dahil olarak ülkeler normalde kendi merkez bankalarının elinde olan bazı enstrümanlardan feragat eder. Bunlardan en barizi ise para biriminin değeriyle oynama veya bu değeri piyasalara bırakma özgürlüğüdür. İkinci önemli enstrümansa ekonomik trendleri kısa vadeli faiz oranlarıyla ayarlamaktır. Her iki tür müdahale de kritik öneme sahiptir. Herhangi birinin yokluğu, eşitsizliklerle başa çıkabilecek farklı bir enstrümanı olmayan bir ülke için felaket tohumları atacak kadar tehlikelidir.
Merkel’in akıl hocası Helmut Kohl, Avrupa’nın parçalı tarihinin ortasına siyasi bir çizgi çizilebileceğine ve ekonominin bu çizgide çok da ciddi bir rol oynamadığına inanıyordu. Merkel maalesef bu naif yaklaşımı paylaşmıyor. O kendi yolunu seçti ve Avrupa Birliği’ne ilişkin son derece pragmatik bir perspektifi tercih etti. Avrupa Birliği ekonomisinin merkezi bir yönetimle idare edilmesi fikrine hiçbir zaman sıcak bakmadı. Zor durumdaki devletlerin kurtarılmasına da karşı çıktı, ekonomik açıdan yanlış ve verimsiz bulduğu Euro tahvillerine de...
Merkel’in temel isteği AB üyesi ülkelerin kurallara uymasını sağlayarak Avrupa’yı daha rekabetçi bir yer haline getirmeleri. Sorun çözmeye odaklı bir bakış açısı var ve elbette ki bunda bir sorun yok.
Ancak siyaset aynı zamanda yeni fikir ve vizyonlar yaratmayı da gerektirir. Popüler hisleri izlemekten çok, gündemi belirlemekle yükümlüdür. Merkel şu ana kadar bunu başarabilmiş değil.
Kamuoyu yoklamalarına göre Almanlar değişime pek sıcak bakmıyor. Büyük ihtimalle 22 Eylül’deki seçimi kazanacak ve Avrupa’nın defakto lideri olarak kalmaya devam edecek. Avrupa Birliği’nin geleceği ve halihazırda gerçek bir felaket olan ortak para biriminin durumu da bu eski kimya araştırmacısı belirleyecek.
Bana göre araştırma yapıldı ve sonuç ortada: Avrupa Birliği'ni yeniden değerlendirmek zorundayız.
Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.