Başkentte geçen hafta en çok konuşulan isim şüphesiz CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay idi. Anayasa Mahkemesi kararı sonrası cezaevinden tahliyesi, Meclis'te yemin etmesi, kürsüdeki ilk konuşmasının yanı sıra, evindeki ilk günü hatta Nazilli'deki baba ocağına ziyareti medyada geniş yer buldu. Cansu Çamlıbel de, Hürriyet'teki 'Pazartesi Yüz Yüze' köşesine Balbay ile yaptığı röportajı taşıdı. İşte o röportaj:
CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay 4 yıl 9 ay süren tutukluluğunun ardından geçen hafta Meclis’te yemin ederek aktif siyasete adım attı.
Yargıtay’ın cezasını onaması halinde hayatının bir kez daha değişebileceğinin farkında. Ancak bu farkındalığa rağmen siyasete dair uzun soluklu planları var. ‘Gazeteciyken kıyısından izlediğimiz o denize girip ıslanmak gibi’ diye tanımladığı siyaseti sevmiş görünüyor. Meclis’teki odasında ilk kez fotoğrafladığımız Balbay’ın üzerinde, geçirdiği haftanın haklı duygusallığı vardı. Ancak benim sert konulara girme çabalarımı boşa çıkarmadı. Genç bir meslektaşı olarak, yaşadığı süreçteki haksızlıklar bir tarafa konulduğunda, yargılanmasına neden olan yıllardaki gazetecilik tarzıyla ilgili samimi bir muhasebe içinde olup olmadığını anlamaya çalıştım.
ÇOCUKLARIMA KİN VE İNTİKAM MİRAS BIRAKMAK İSTEMİYORUM Yemin ettikten sonra Meclis’te yaptığınız ilk konuşmada bir barış vurgusu yaptınız. Ne anlama geliyor?
Açıkçası 4 yıl 9 ay hapis yattıktan ve çok ağır suçlamalarla karşı karşıya kaldıktan sonra insan pek çok duyguyu yaşıyor. 1960’larda Menderesler idam edildi, sonra 1970’lerde gelenler o üç kişinin intikamını aldı. Ardından siyanürlü bir darbe olan 1980 toplumun üzerinden ağır bir şekilde geçti. O dönem sonrasında yeni bir intikam dalgası başladı. Sonra 28 Şubat geldi, sonra o dönemin intikam dalgası geldi. Bu intikam döngüsü gerçekten de nereye kadar? Arzu etmediğim halde kamuoyunun önünde büyüyen kızım Yağmur ve oğlum Deniz’e ben ne miras bırakacağım? Benim yarım bıraktıklarımı tamamlayın mı diyeceğim? Kin mi miras bırakacağım? Bütün Türkiye’de barış ortamını sağlamak lazım.
Peki bu barış vurgusu Kürt sorununu çözmek adına ülkenin girdiği yolu da kapsıyor mu?
Onu da kapsıyor tabii. Şu anda içinden geçtiğimiz süreç tabii ki tabutun geldiği süreçten iyidir. Elde var bir. Ama bunu kalıcı hale getirecekseniz yöntem bu değildir. Eğer Türkiye’nin bir bölgesinde sorun çözüyorum derken, başka bölgesinde başka bir gerilim yaratırsanız çözmüş olmazsınız, sadece sorunun yerini değiştirmiş olursunuz. Benim İzmir milletvekili olarak isteğim Diyarbakır’a da çok rahat gitmek, orada siyaset yapmak.
Diyarbakır dolaylarında partinizin imajı pek parlak değil. Kürtlerin önemli bölümü CHP’nin kendi hassasiyetlerine tamamen zıt bir politika izlediğini düşünüyor. Bunun farkında mısınız?
Farkındayım, tümüyle farkındayım. Tabii CHP’nin içinde bu konuda bir yelpaze var.
CHP İÇİNDEKİ FARKLI RENKLERİN KARIŞIMIYIM O yelpazenin neresinde hissediyorsunuz kendinizi, gelenekçilere mi yenilikçilere mi yakın?
En güzel renkler, renk karışımlarından oluşur. Ben bütün onların karışımında görüyorum kendimi. Bazen ödenen bedeller başka meyveler verir, insana başka bir misyon ve işlev yükleyebilir. Örneğin hapiste bir BDP’li milletvekilinden mektup almıştım.
Kimden?
O milletvekili belki bilinsin istemeyebilir, o nedenle söylemeyeyim. Sevinmiştim o mektuba.
HADİ GELİN MECLİS YOLUNU DAHA DA AÇIN Sizinle ilgili tahliye kararı şu anda cezaevindeki 5 BDP’li milletvekiline umut oldu. En azından böyle bir zeminde buluştunuz Kürtlerle.
Evet, eğer bu cümle biraz ileri olmazsa onlar için Meclis’e giden yolu ben açtım.
Hükümet de diyor ki ‘Balbay’ın Meclis yolunu da biz açtık’.
O zaman ben de bunu şöyle devam ettireyim; açtınız, güzel ettiniz, hadi gelin şimdi genişletin. Fatih Hilmioğlu’nu da kapsasın, Gezi olaylarından tutuklanan öğrencileri de kapsasın. KCK’dan alınan BDP’li belediye başkanlarını da bırakın. Eğer bana topluiğne batırıyorsanız ben o iğneyi aldım.
Serbest kalmanızın ardından hükümetten gelen açıklamaları iğneleme olarak mı aldınız?
Yo, eğer öyleyse diyorum. Manşetlerde öyle bir hava sezdim.
Bu kararın hükümet ile Fethullah Gülen Cemaati arasında kamuoyunun önünde gürültülü bir şekilde yaşanan kavgadan doğan konjonktürün ürünü olduğunu düşünenler var.
Nedenlerden biri bu olabilir, ama ben tek bir nedene bağlamıyorum. Uluslararası alanda Türkiye’nin bu konuda elinin çok zayıfladığını hissediyorum. Bir neden bu olabilir. Bir de iktidar koalisyonu içindeki farklı seslerden kaynaklanmış olabilir. Ama içimdeki ses ana etkenin hukuk olmasını diliyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın birkaç çıkışı oldu biliyorsunuz. Daha önce umudum yüzde 15 civarındaydı, o çıkış umudumu bir tık yükseltip yüzde 25’e çıkarmıştı.
Eğer Yargıtay cezanızı onarsa vekilliğiniz düşürülebilir ve yeniden cezaevine gönderilebilirsiniz. Böyle bir risk altında siyaset yaparken o hedeflediğiniz barışçıl dili nasıl koruyacaksınız?
Tabii ki böyle bir risk var. Sadece Mustafa Balbay özelinde söylemiyorum, ama hukukun ana ilkelerine uysalar bu davaların çoğu çöker. Bu davaların çoğu yok hükmünde olacak kadar anlamsız bir hale gelebilir. Eğer bir delil hukuki yöntemlerle ele geçirilmemişse yok sayılır.
ANKARA GAZETECİSİNDE BELGE OLUR Sizin davada delil olarak sunulan belge ve notlar kendi bilgisayarınızdan çıkmadı mı?
Mustafa Balbay’ın 1 Temmuz 2008’de gazetesinden bilgisayarını alıp götürmüşsünüz. CMK 134. madde diyor ki; bir kişinin bilgisayarına el koyduğunuzda onun imajını çıkarırsınız ve cihazı kendisine verirsiniz. 1 Temmuz’da bilgisayarıma el konduktan sonra 5 Temmuz’da sorgulanmışım. Ben de o kadar kendimden eminim ki bazı belgelere bakmadım bile. Gazeteciyim, bende belge olur. Ankara gazeteciliğinde bir söz vardır; selam verdim almadı belge değildir diye. Daha sonra baktım ki benim bilgisayarların imajı 7 Temmuz’da alınmış.
Bir takım belgelerin o arada eklendiğini söylüyorsunuz.
Artık o delilin sakatlandığını düşünüyorum. Ben polisi de zan altında bırakmak istemiyorum ama bu delil sakatlanmıştır diyorum.
8 SENEYİ 3.5 DAKİKAYA SIKIŞTIRMIŞLAR Peki kamuoyuna ‘Mustafa Balbay’ın günlükleri’ diye yansıyan notların içeriği orijinal mi?
Bunların hepsi yığma. 1998 ile 2006 arasındaki 8 yıllık notlar diye üst üste koydukları notlar 3.5 dakikada yazılmış görünüyor. Ayıklanmış, yan yana getirilmiş. O dönemde ben herkesle görüştüm, bütün siyasi parti liderleriyle görüştüm, pek çok kesimden insanla görüştüm. Ama ben 8 yılda sadece askerlerle ve cumhurbaşkanı ile görüşmüşüm gibi görünüyor.
Sanıyorum askerlerle sık konuşmanızdan çok, dikkat çeken kendi kurumları açısından mahrem olan pek çok şeyi sizinle birlikte adeta masaya yatırmaları. Mesela paşalardan biri hükümeti kastederek ‘Bunlardan kurtulmak için biraz zaman lazım’ diyor, siz de aynı yerden devam ediyorsunuz. Bir gazetecinin haber kaynağıyla böyle konuşması normal mi?
Bir defa bunların tümü sıkıştırılmış notlar. Aradan kimi bölümler çıkarılmış, kimi bölümler eklenmiş. Ben mahkemede 6-7 tane öyle bölüm saptayabildim. Dava klasöründe ayrı, esas hakkında mütalaada ayrı, iddianamede ayrı cümleler olduğunu mahkemeye anlattım. Kaldı ki, diyelim ki en ileri şekliyle söyleyelim, onlarda samimiydim. Ben şunu mu yapın diyorum? Bunun karşılığı 16 yıl mıdır? Darbeci olmak demek midir? Çok farklı sıkletlerden bahsediyoruz. Çok çatallansın istemiyorum ama ben Zaman gazetesinin Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal’a hep ‘Merhaba adaş’ derdim. Çok farklı düşünürdük, kimi yerlerde karşı karşıya geldik. Ama sohbetlerimizin sadece o muhabbet bölümleri dinlense üzerine ne yorumlar yapılabilir.
BENİM O GÜNLERDE YAZDIKLARIMI BUGÜN HÜKÜMET SÖYLÜYOR Sizin imzanızla yayınlanan ‘Genç subaylar rahatsız’ manşetini o dönem ordu içindeki darbe yanlılarının dizayn ettiğini düşünen önemli bir kitle var.
Genelkurmay Başkanı, Başbakan’a gitti ve ‘Rahatsızlık var’ dedi. Bunu haber yapmışım. Genelkurmay Başkanı da daha sonra basın toplantısı düzenlemiş ‘Evet var’ demiş. Mahkemeye gelmiş yine aynen ‘Balbay iyi bir gazetecidir, hâlâ da öyle düşünüyorum’ demiş. ‘O dönem her şey yolundaydı Balbay’ın haberleriyle ortalık bozuldu’ diyenlere sormak isterim; bugün ‘2004 çok gerilimliydi, o dönemde neler oldu bilmezsiniz’ diyen ben miyim? Hükümet üyeleri. Artık bugün konuşulan o gerilimleri ben o gün yazandım. Ben o dönemin gazeteciliğini yaptım.
BAŞBAKAN’DAN DAVET GELDİ DE GİTMEDİK Mİ Ama taraf tutarak yazmadınız mı?
Hayır. Hükümet tarafından gelen haberlere de açık oldum. Eğer taraf tutmaksa, hükümetin bizi görüşmelere almaması, hiç uçağa almaması da taraf tutmak değil mi? Başbakan’dan uçağına bir davet geldi de gitmedik mi?
Geriye dönük bir muhasebe yaptığınızda ‘Ben de biraz abartmışım’ ya da ‘Keşke şunu yapmasaydım’ dediğiniz noktalar var mı? Yanlış anlaşılmaya açık şeyler yapmış olduğunuzu düşündünüz mü?
Öylesine ağır bir saldırıyla karşı karşıya kaldım ki bu tür şeyler olsa bile karşılığı bu değildi. Önemli olan artık bu ağır saldırıdır. Bu öyle bir orantısız saldırı ki çekiçle sinek ezmek gibi. Gazeteciliği öyle mi, böyle mi yapsaydın boyutu bu saldırının yanında sadece mesleki olarak tartışılabilecek bir şey.
Ben de size zaten mesleki olarak soruyorum. ‘Yine olsa yine aynı şekilde davranırım mı’ diyorsunuz?
Habercilik anlamında yine bu haberlerin üzerine giderdim. Ben Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ekolünden, onların öğrencisi olarak geliyorum. Hatırlayın Güldal Mumcu ‘O halde yaşasaydı Uğur Mumcu da Ergenekoncu olurdu, onu da tutuklarlardı’ demişti.
Kendinize verilen cezayı ‘orantısız bir saldırı’ olarak nitelediniz. Aynı davadan hüküm giyen paşaların aldıkları cezalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence onlar da orantısız bir saldırıyla karşı karşıya kaldılar.
Onlar darbeci mi, değil mi peki?
Bir defa eğer bir ülkede darbe yapmak isteyen kişiler bunu bir gazeteciye danışmazlar. Bunun başka yöntemleri vardır.
Ama böyle bir süreçte gazetecileri yanlarına almaları önemlidir.
O işin başka yanı ama Türkiye’nin darbe tarihi bellidir, darbelerin nasıl yapıldığı ortadadır. O dönem ben sadece gazetecilik yaptım. Haberlerim de kitaplarım da ortada. O dönem anayasal sınırlar içinde ne olabilir, hep bunlar konuşuluyordu.
HİROŞİMA KURBANLARI GİBİ HİSSEDİYORUM Darbe konuşulmuyor muydu yani? Mesela Şener Eruygur’la sohbetlerinizden birinde ‘Sizin bir numaranın hiç bu işe niyeti yok’ diyorsunuz. O niyeti olmadığı şey nedir?
O söz bana ait değil. Bakıldığında görülecektir. O dönemle ilgili gerçekten vicdanım rahat. Şuna benzetiyorum durumu; Hiroşima’ya atom bombası atıldığında 280 bin kişi öldü, bunlardan 20 bini gazeteci, doktor, hemşire olarak sonradan yardıma gidenlerdi. Böyle bir kurbanlık benim durumum.
‘KÜRDİSTAN’ AYRIŞTIRIR Kürt kelimesinin artık pek çok alanda açıklıkla kullanılıyor olması, üzerinde tartışmalar çıksa da Kürdistan ifadesinin de kullanılmaya başlaması sizi rahatsız ediyor mu?
Siyasette her şey semboller üzerinden yapılıyor. O zaman da o sözcüğün getirdiği anlam öteki sorunları yarattığı için beni rahatsız ediyor. Siz bunu Diyarbakır’da söylüyorsunuz ama Edirne’de tersini söylüyorsunuz. Hükümetin yaklaşımında böyle bir ikili politika görüyorum.
Kürdistan ifadesi sizi rahatsız ediyor mu, etmiyor mu?
Sembol olarak söylenmesi, o bölgeyi ayırarak söylenmesi rahatsız ediyor. Türkistan demek de rahatsız eder beni. 12. yüzyıldan beri yaşadığımız coğrafyanın adı Türkiye. Son dönemde o sembol üzerinden farklı bir şey yaratılıyor. Ben o sözcükten başlamayalım diyorum. Ayrışmaya gider.
Kelimeyi kullanmaktan dahi imtina eder gibisiniz.
Yok söyleyeyim. Kürdistan’dan başlamamak gerekir. Belki bu süreçte Türkiye öyle sağlıklı bir noktaya gelecek ki bölgelere coğrafi adlar verilebilecek. Ama bugün oradan başlarsanız sanki çok derin bir düğümün en altından başlıyormuşsunuz gibi bir hava ortaya çıkıyor.
SADECE GÜNDEME YAKINDIM Bu tür siyasi davalardan ülkemizdeki gazetecilik de ağır yaralı çıktı aslında. Bizlerin de kendi içimizde özeleştiri yapmamız gerekmeyecek mi?
Gerçekten de sınırları çok tartışmalı gazeteciliğin. Biz mesleğimizi sorgulayalım ama bugün önce mesleğe yönelik saldırıyı bertaraf etmek gerekiyor. Mesela bugün Mehmet Baransu öyle ağır bir saldırı altında ki konu artık Baransu’nun eleştirilmesi değildir. Bu gazetecilik değil dersiniz, zaten bu meslek kendi içinde elimine eder onları. Bırakın buna okur ve zaman karar versin. Buna siyasi iktidarlar karar vermesin. Eskiden de başbakana yakın gazeteciler vardı, hep bilinirdi.
Siz ‘Ben hiç kimseye yakın olmadım, hep ortada durdum’ mu diyorsunuz?
Ben hep gündeme yakın oldum.
Benim de gazeteci olarak Ankara’dan yolum geçti. Sizin askerlerle kurduğunuz o hukuku bir gazetecinin kurması da pek kolay değildir.
Kimseyi de zan altında bırakmak istemem ama askerlerle iyi diyaloğu olan gazeteci sıralaması yapılırsa ben başlarda gelmem. Bana çok kızdıkları da olmuştur askerlerin. Bu mesleği nasıl militarist bir bakıştan arındırmak gerekiyorsa iktidarist bir bakıştan da arındırmak gerek.
Aynı davalardan yargılandığınız paşalarla kendinizi kader ortağı olarak görüyor musunuz?
Hayır. Zorla bir araya getirilme görüyorum. Bu yargı beni Sedat Peker, Şami Hoştan, İbrahim Şahin, Şener Eruygur, Danıştay katili Alparslan Arslan ile aynı davada görüyor. Böyle bir dava olabilir mi? Şu anda bizim karşı karşıya kaldığımız bir terördür ve kabul edemeyeceğimiz bir suçlamadır.
RÖVANŞA GİRSEM SAPLANIRIM Buna rağmen nasıl rövanşist duygularınız olmuyor?
Çünkü devamı çok kötü olabilir. Ne elde edeceğim ben de aynısını onlara yapacağım diyerek?
Eğer rövanşist bir yaklaşımınız olsaydı hedefinizde yargı mı olurdu, hükümet mi, cemaat mi?
Girmiyorum o konuya. Belki hepsi olurdu ama girsem orada saplanırdım.
Bunu gerçekten başarabileceğinize inanıyor musunuz?
Çok meşhur bir öyküdür. Ormanda yangın çıkmış, bütün canlılar terk ediyor. Bir serçe gagasıyla su alıp ormanın üstüne döküyor. Öteki canlılar ‘Böyle sönmez’ deyince serçe ‘Ben yapabileceğim kadarını yapıyorum’ diyor. Öteki canlıların hepsi kaçmayı bırakıp yardıma geliyor ve yangını hep birlikte söndürüyorlar. Ben barışın güvercini değil serçesiyim. Toplumdaki bu yangına karşı gagasında su taşıyan bir serçeyim. Bir muhalefet milletvekili olarak ben iktidarın hem canını sıkmak istiyorum, hem elini sıkmak istiyorum.
Başbakan Erdoğan’dan bir jest bekliyor musunuz?
Aynı meclisin çatısı altındayız. Gerçekçi olmak gerekirse Başbakan’ın bugünkü davranış biçimi jeste müsait değil. Ama olursa güzel olur. Beklentim yok ama olursa güzel olur. Başbakan 4 ay hapis yattı. Tabii ki o dönemi hiç unutmuyor. Ben de 4 yıl 9 ay yattım. Karşılaştırmak istemiyorum, hapisliğin süresi olmaz. Ama madem herkesin en az 3 çocuk sahibi olmasını istiyor, o çocuklar nasıl bir Türkiye’de yaşasın onu düşünsün bence.
DARBE DÖNEMİ BİTMİŞTİR Türkiye’de darbe ihtimali tamamen bertaraf edilmiş midir?
Bence edilmiştir.
Ak Parti hükümeti sırasında gelinen bir noktadan bahsediyorsunuz. Onların katkısını nasıl görüyorsunuz?
AKP’nin şu andaki bakışı neredeyse darbeden beslenmek gibi. Bence kabul edilemez bir tutum. O tehlike bitmedi deyip böyle bir gerilimi ayakta tutuyor. Ama bence o dönem bitmiştir. Türkiye’de en önemli dönüm noktalarından biri Gezi’dir. En önemli gücün toplum olduğu ortaya çıktı. Ben onun beslenmesinden ve güçlendirilmesinden yanayım. Oradan herkese mesaj var; askere de CHP’ye de, ama en büyük mesaj iktidara.
Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.