E-bültenimize abone olarak
en son bilgilere ve haberlere ulaşabilirsiniz.
C.KAFESOĞLU - BORSAGUNDEM.COM
Hıristiyanlar yaptı, Hıristiyanlar yaktı, yıktı, yağmaladı. Türkler olmasıydı Ayasofya’dan bugün tek bir taş kalmazdı…
Ayasofya nedir? Bizans’ın İstanbul’daki en büyük mabedi mi? İstanbul’un fethinin en büyük simgesi mi? Türkiye ile Avrupa arasında yüzyıllardır süren ve sürecek olan ‘kıskançlık krizinin’ abidesi mi?
Ayasofya üçüdür; o buraya sığmayacak kadar geniş ve derin bir mimarinin kahramanı, çatışmanın başrol oyuncusu, muhabbetin ise baş konuğudur. Cami olduğu yüzyıllar içinde, sultanları ağırlayan, Cuma selamlığından bayram namazlarına, mahşeri kalabalıklara ev sahipliği yapan, ‘saray camisi’ unvanını alan, kadir geceleriyle ışıl ışıl, her buluşmada ruhani zirveyi yakalayan Ayasofya, dışıyla ne kadar sadeyse içiyle o kadar muhteşem. Çünkü orada Hıristiyanlığın zenginliği, İslamiyet’in büyüklüğü ve hoşgörüsü iç içedir. Ayasofya, Osmanlı İmparatorluğu’nun gözbebeği, Cumhuriyet Türkleri’nin hasretidir…
Büyük komutan, büyük siyasetçi, büyük sanatkar Fatih'in, cenk yurdu genç ruhu, yıllarca övgülerini duyduğu bu muhteşem eser karşısında ürperiyorsa, “Bunda vardır bir hayır” demek düşer biz torunlarına. Belki ufak bir farkla, yanına biraz da hüzün koyarak. Üstatlar, “Ayasofya’yı anlamak için İstanbul’u bilmek lazım” diyor. Ama o kadar çok ki İstanbul, hangisi kimse bilmiyor? Biz de gözlerimizi kapatıp, Bedirhan Gökçe’nin satırlarına dalıyoruz...
Dolaştım İstanbul'u sabaha karşı
Aşiyan, Eyüp Sultan, Kapalıçarşı
İçimdeki hüzünle durdum önünde,
Ayasofya garipti, ben ağlamaklı…
Ayasofya’nın garipliği, minarelerinin hasret duyduğu sesler olmasın sakın…
**
VII’nci yüzyıl öncesi tarihçileri ile VII’nci yüzyıl sonrası tarihçiler bir türlü anlaşamazlar. 360 yılında “Tanrı’ya adanan bu yapıyı” imparator mu yaptırdı, yoksa oğlu mu? İttifak ettikleri tek konu ise taş duvarlı, çatısı ahşap bir kilise olduğuydu.
44 yıl zor dayandı mabet, çünkü… Çünkü Bizans İmparatoriçesi Evdokia kilisenin karşısında pagan şöleni yapınca, piskopos tarafından sapkınlıkla suçlandı. Kraliçeye dil uzatan din adamı soluğu sürgünde alınca taraftarları ayaklandı. Kilise yakıldı. Zaman yaraları sardı. Yıkıntıları üzerinde yeniden ayağa kalkan yapı 415’te halkıyla buluştu. Ama havada yine kan, ateş kokusu vardı.
Yeni yapı büyük kilise olarak anılırken V. asırdan itibaren “Hagia Sofia” (Kutsal Bilgelik) adını aldı. Doğu Roma İmparatorluğu süresince de bu adla anıldı. Ta ki İstanbul’un fethine kadar…
Eziyete uğrayan bir grup şehri ateşe verince alevler kiliseyi de sardı. 532’de çıkan bu isyan şiddetle, 30 bini aşan ölümle bastırıldı ama ortada Hagia Sofia da kalmadı. İmparator Justinyen kilisenin yeniden ama devasa büyüklükte yapılmasını istedi. Görev ünlü matematikçi Aydınlı Anthemios ile Miletli II. İsodarus’a verildi. Hedef büyüktü: Yeni kilise Kudüs’teki Süleyman Tapınağı’ndan daha görkemli ve daha süslü olmalıydı…
Cumhurbaşkanı Erdoğan Ayasofya'da Kur'an-ı Kerim okudu
Kilisenin yangın ve depremlere karşı dayanıklı olması için tuğla, mermer kullanıldı, tonoz ve kubbelerle örüldü. Bin ustanın, on bin işçinin, İmparator’a “Seni yendim Süleyman” diye bağırttığı büyük Hagia Sofia, ibadete açıldığında tarihler 537’yi gösteriyordu. Sütunlar dünyanın farklı yerlerinden; Efes’ten, Heliopolis’ten, Baalbek’ten toplanıp getirilmişti…
Ancak 559’da kent sarsılınca büyük kubbenin bir bölümü çöktü. Yenisi, yeniden ve takviyeli olarak 6 metre daha yüksek yapıldı. Kilise, 562 yılında inananları yeniden bağrına basıyordu...
Ama Hagia Sofia’nın kaderi yazılmıştı bir kere. 869’da, 986’da, 1305’te, 1344’te depremler kubbeyi yıktı, duvarı çatlattı. Yeniden onarıldı. 1204’te Haçlı Ordusu, Konstantinopolis’e bir girdi, kiliseyi yağmaladı çıktı. Hagia Sofia sanki başka bir dine ait gibiydi… Altın haçlar, altın yaldızlı levhalar, değerli eşyalar alındı, çalındı. Hıristiyan ordusu bununla da yetinmedi. Meryem sunağı parçalandı, içeriye hayvanlar sokuldu. Bir de çirkin danslar yapıldı, şarkılar söylendi. 1354 yılında ise son kez elden geçirildi. Sonra da kaderine terk edildi…
İmparatorların taç giyme törenine ev sahipliği yapan Hagia Sofia’nın o terk edilmişlik kaderi de, ismi de 1453’te değişti. 15. yüzyılın ilk yarısında gelen, gören herkes şahittir ki artık tamamen bakımsız durumdaydı. Batılı seyyahlar bile Hagia Sofia’dan umudunu kesmişti. İmparator Konstantin, Fatih Sultan Mehmed’ten yardım istedi. Evliye Çelebi’ye göre Sultan’ın gönderdiği mimar ise kiliseye gizlice bir minarenin kaidesini yaptı. Artık fethin ayak sesleri duyuluyordu. Ve her şey o kadar hızlı oldu ki…
Naralar atıldı; toplar, tüfekler patladı; kılıçlar havada yay çizdi, oklar yaylardan fırladı; asker Allah Allah sesleriyle büyük taarruza geçti, atlar şaha kalktı; Ulubatlı burçlara çıktı. Üç hilal surlarda dalgalandığı an, Bizans İstanbul’un teslim bayrağını çekmişti…
Ayasofya’da bir çağ kapanıyor, yeni bir çağ başlıyordu. Tanrı’ya inanan insanların yaptığı, ama ‘Tanrı’nın askeriyiz’ diyenlerin ezip geçtiği bu etkileyici yapı, Müslüman Türkler tarafından hep en görkemli ibadethane olarak benimsendi. O yüzden çok sevildi…
**
Büyük Fatih, kente girdiğinde doğru Ayasofya’ya gitti, kubbesine çıktı. Temizlik yapıldıktan sonra ilk Cuma namazını burada kıldı. Onun adına burada ilk hutbe okundu. Ardından kilisenin camiye çevrilmesini emretti. Kabe’ye bakan bir mihrap kondu, bir minare oturtuldu. Ancak bazı uzmanlara göre bu tuğla minare II. Bayezid devrinden kalmaydı. İnsan figürlü mozaikleri ince bir sıvıyla kaplatıldı ki amaç onları tahrip olmalarından korumaktı. Fatih, şahsi servetinden oluşturduğu dev vakıfla mabedin yüzyıllar boyunca yaşamasını sağladı. Yanına da ilk medreseyi kurdurdu. 500 yıl sonra Ayasofya müzeye çevrilirken sıvalar sökülünce bazı mozaikler tekrar gün ışığına çıkıyordu.
Fatih’le camiye dönen Ayasofya’da, mozaikler, Meryem Ana, çocuk İsa tasvirleri, baş melekler, Cebrail resmi, Bizans imparatorlarının ve azizlerin tasvirleri açıkta, ortadaydı. Ve orada secde duran ne padişahlar ne şeyhülislamlar, ne devlet büyükleri ne de halk, hiçbiri ama hiçbiri rahatsız olmadı. Namaz, yüzyıllarca huzur içinde kılındı. İşte bu Türk’ün manevi büyüklüğü, Osmanlı’nın imparatorluk gücüydü… Günümüze miras kalan yani kimsenin ellemediği, gözü gibi koruduğu Hz. İsa ve Kral VI. Leo mozaiğinde Yunanca “Barış seninle olsun, ben dünyanın ışığıyım” yazar. Enteresandır, burada Hz. İsa’nın elleri ve ayakları başına göre orantısız olarak büyüktür. Böylesi heybetli bir mekanda öylesine zayıf bir işçilik sadece dikkat çeker.
Ellerinde seccadelerle geldiler... Vatandaşlar Ayasofya'ya akın etti
Bir başka mozaikte ise Kral, Hz. İsa’nın önünde ellerini havaya açmış bir şekilde eğilir. Bu aynı zamanda ikisinin arasındaki hiyerarşiyi resmeder. Çünkü biri sadece bu dünyanın kralıdır, Hz. İsa ise ‘cennetin kralı’ olarak adlandırılır. Kral belki de af diliyordu. Çünkü, 3’üncü karısının da kendisine bir erkek evlat vermediği Kral, yasağa rağmen dördüncü eşi almak için yalvarmaktadır. Sonunda dileğine kavuşur, metresi Zoe ile evlenir ve gayrimeşru oğluna sahip çıkar. İşte Ayasofya’daki mozaikte bunlar anlatılır ve bu mozaik hayattadır. Nerede kendini barış elçisi gösteren Hıristiyan haçlıların barbarlığı, nerede barbarlıkla suçlanan Müslüman Türk milletinin kibarlığı… Tarih bunları hep yazdı, hem de Ayasofya’nın her yanında…
**
Osmanlı’nın her sultanının el attığı, bir yerinden tuttuğu, düzelttiği, ek yaptığı tek mabet gibidir Ayasofya, çünkü her dönem gözbebeğiydi. Türk’ün sanat zevki ve verdiği değerle makyajı için oluk gibi para akıtıldı, şöyle bir tablo yaratıldı; II. Bayezid devrinde 1506’da ince minare eklendi. Batıdaki kalın minareyi II. Selim bin yılların ustası Mimar Sinan’a yaptırdı. Mimar Sinan, III. Murat devrinde, yeni dayanak duvarları ekleyerek Ayasofya’yı ayağa kaldırdı. O gün bugün kilise bir daha hiç yıkılmadı. Allah (cc), Hz. Muhammed (sav), Hz.Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali levhaları asıldı. Sinan ayrıca, kubbeyi iyice sağlamlaştırırken, binaya hünkar mahfili ve II. Selim'in türbesini ekledi. III. Murat'ın ve III. Mehmed'in türbeleri ise 1600'lerde yapıya dahil edildi.
Tunç şamdan Kanuni tarafından Budin zaferinden getirtildi, Ayasofya’ya armağan edildi. Mermer vaiz kürsüsü IV. Murat’ın hediyesiydi. Sultan III. Ahmet sekiz köşeli dev bir top kandil koydurdu. Göreni büyüleyen süslü kütüphanenin, enfes şadırvanın, sübyan okulunun banisi Sultan I. Mahmud’tu . Abdülmecit, 1847-49 arasında büyük bir tamirden geçirtti. Şeyhülislam Mekkizade Asım Efendi varissiz olarak ölünce Hazineye geçen servetiyle Ayasofya onarıldı. Kubbe sağlamlaştırıldı, eğik sütunlar düzeltildi, mozaikler elden geçirildi. İslami açıdan sakıncalı olmayanların üzeri örtülmedi. Bakıma katkıda bulunanlara ise Ayasofya madalyası takıldı. Mimar Fossati’nin tamiri iki yıl sürünce mabet 1849’da merasimle yeniden hizmete açıldı. Büyük kubbede yazılı olan Besmele ve Nur Suresi’nin 35. ayeti, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin hat sanatının şaheserleri olarak Ayasofya Camii’yi süsledi.
1894 depreminin zararı kısa zamanda telafi edildi. Devir, Cumhuriyet’e geçtiğinde, 1926’da yeni bir onarım daha gerçekleştirildi. Çevresini saran binalar yıkıldı, mağazalar onarıldı. 1931’de Amerikalı uzman ve İtalya’dan çağrılan iki ustayla sıva altında kalan mozaikler meydana çıkarıldı. Ekibe daha sonra bir Beyaz Rus da katıldı. Patrikhanenin 1166’da Ayasofya’da yaptığı bir toplantıda alınan kararların işlendiği levhalar kaldırılıp ters çevrilerek Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesinin saçağında kullanıldı. (Bir kısmı 1960’da bulunan levhaların kopyaları Ayasofya’daki eski yerlerine konuldu)
Ve 900 yıl boyunca kilise olarak kullanılan, 450 yıl boyunca da cami olarak hizmet veren Ayasofya, 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrildi.
Milli Mücadele’nin ‘Galip Hoca’sı, Atatürk döneminin Celal Beyi, 50 sonrasının Cumhurbaşkanı Bayar’ı, Türk siyasetinin önemli ismi Celal Bayar, Ayasofya’nın neden müzeye çevrildiğini şöyle anlatır: Türkiye’nin kritik zamanda, Balkan Paktı için zemin aradığı günlerdir. İnönü Hükümeti’nin bakanı olan Celal Bayar Yunanistan’da nabız yoklar, dönüşte Atatürk kendisini kabul eder.
“Dönüşte durumu Atatürk’e anlattım… Durdu, düşündü, biraz sonra: “Ayasofya Camii’ni tamir edecek para bulamıyorlar… Bugünkü hali ile harap ve tamamen bakımsız. Hatta mezbelelik. Ayasofya’yı müze yapsak, hem haraplıktan kurtarsak, hem de Yunanlılara bir jest yapsak, Balkan Paktı’nı kurdurabilir miyiz?”
“Sanıyorum” diye cevap verdim… “Öyleyse yapalım” dedi ve Ayasofya Camii, böylece müze haline geldi!..”
Ancak yıllar sonra, milenyumda, Atatürk’ün müze kararnamesindeki imzasının kendisine ait olmadığı öne sürülecek, günlerce konuşulacak, ancak şok iddia yavaşça unutulup gidecekti.
Osmanlı Ayasofya’sı, medrese, okul, vakıf gibi külliyesiyle önemli bir kurumdur. Ve imamlarına verilen değer de büyüktür çünkü onlar protokolde en ön sıradadır. Ayrıca Türkler, Ayasofya’ya çok önem vermişler, padişah, şehzade ve hanım sultan türbeleri caminin bahçesine inşa edilmiştir. Padişahlara ait 5, şehzadelere ait bir türbeye 140’a yakın defin yapılmıştır. Ayasofya kısaca ‘Hanedan mezarlığı’dır. Ve türbeler son dönemde yoğun bir restorasyondan geçirilmiştir. Cumhuriyet dönemi restorasyonlarında, Hazreti Muhammed’in (sav) Medine’deki türbesini süsleyen kumaşlar çıkmıştır.
Yunanistan'daki kiliseler Ayasofya için yasta
Ayasofya aynı zamanda efsaneler camisidir. Kıble tarafındaki mermer sütun yaz, kış nemlidir. Onun için ‘terleyen direk’ denir. Halk sütunu kutsal sayınca, üzerine parmak dokuna dokuna bir delik açılmıştır. Söylentiye göre kilise camiye çevrildiğinde, Hızır gelerek parmağını bu deliğe sokmuş ve kiliseyi Kabe yönünde çevirmiş.
Evliya Çelebi’ye göre ortadaki büyük kapı ile Kıble yönündeki kapı, Nuh’un gemisinin kalıntılarından yapılmış. Kuyusundan su içen kimse kalp çarpıntısı illetinden kurtulur, altın topun altında dua eden kimsenin istekleri yerine gelirmiş. Mahzeninden ise Kınalı Ada’ya kadar bir tünel uzandığı da iddia edilir.
X. yüzyılda kilisenin, güney-batı köşesindeki bir mekanizma kontrolünde, her saat başı küçük bir kapağın açılarak bir kuklanın dışarı çıktığı anlatılır. Sanki ‘guguklu’ değil ‘kuklalı saat’.
Ama bu efsane değil gerçek! Çünkü ABD'li turist 55 yıl önce Ayasofya'da çantasına attığı mozaik parçalarını vicdan azabına daha fazla dayanamayarak iade eder. 2003’te ise, müze kararı sonrası rulolar halinde depoya kaldırılan 300 yıllık halıların nem ve rutubetten dolayı parçalandığı, tarihi eserlerin paslandığı ortaya çıkar...
**
Tarihten kanlı bir ana gelince… II. Mahmud dönemi; yeniçeri isyan etmiş, Alemdar Mustafa Paşa, konağı patlatarak intiharı seçmiş, Padişah Topkapı Sarayı’nda sanki köşeye sıkışmıştı. Yıl 1808; sarayın hareket etmesini önlemek isteyen asiler, Ayasofya Camii’nin minarelerinden ateş açıyordu. Sultan’a sadık askerler karşı saldırıya geçince binlerce isyancı öldürüldü. Sarayburnu’ndaki donanma, Ayasofya’dan açılan ateşe topla karşılık verince, cami çevresindeki evlerde büyük yangın çıktı… O gün tarihe “Ayasofya’dan Saray’a kurşun” olarak geçti…
**
2002 yılı ise bizim için gurur, Avrupa adına utanç yılıdır. 27 politikacının AKPM Başkanlığı’na verdikleri önerge, diplomasi terbiyesizliğinin en güzel örneğidir. “Ayasofya’nın Hıristiyan Dünyasına iadesi” başlıklı metinde, Ayasofya için “İşgal altındaki muhteşem büyük Hıristiyan beldesi” denir. Bu iki cümle bile Ayasofya’nın 500 yıldır Türk Dünyası’na ait olduğunun en büyük kanıtıdır. Zaten 2 yıl önce Türkiye’yi heyecanlandıran büyük keşifte Ayasofya’nın tapusu da bulundu. Mal varlığının “Ebulfetih Sultan Mehmed” adına olduğu ortaya çıkarken, ‘orijinal tapu’ya da ulaşıldı. Fatih Sultan Mehmed Vakfı’na akar olarak İstanbul’da 2 bin gayrimenkulün bırakıldığı anlaşıldı. Büyük Sultan sadece maddi dünyayı değil manevi dünyayı da fethetmişti...
**
İhtişamı, devasa ölçüleri, kubbesinin yüksekliği ve genişliği, şaşkınlık ve hayranlık uyandıran Ayasofya, insanoğlu üzerindeki etkisini yüzyıllardır kaybetmedi. Aksine, ekledi. Hıristiyanken ezilen, horlanan, işkence çeken o taşlar, o süsler, mozaikler, o kubbe, Müslüman olunca kendine geldi. Sevgi dolu kalplerin adresi bu mabet Türk ve Müslüman kaldığı sürece dünya mimari sanatının heybetli bir büyüğü, inanç dünyasının da hoşgörü kalesi olacak…
Böyle biline…
(ÖYKÜLERLE ÜNLÜ İSTANBUL CAMİLERİ – 2012)
Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.
OSMANLI torunu Recep Tayyip Erdoğan DÜMENE geçti, ülkem ve vatan evlatları ŞENLENDİ. 86 yıllık ESARET son buldu, CESARET timsali REİS'im mü'minleri sevindirdi, KESİNTİSİZ DÜÂYI KAPTI. Rabbim sebep olanlardan razı olsun. "AYASOFYA'DA DAİMA EZAN OKUNSUN, MÜ'MİNLER SAFLARI DOLDURSUN"
ben dindar ama objektifim siyaset işim olmaz.lakin dünyada pandemi varken bu açılış olmazdı kalabalıklar fenaydı ve açık 24 saat millet meraktan gidecek görmeye oralar hep kalabalık olcak bu risk demek.zamanlama yanlış
dindarım ama objektifim siyasetle işim hiç olmaz lakin dünyada pandm
Yuh lan size Atatürk olmasaydı nah Ayasofya’da namaz kılardınnızzz zındıklar 1 defada Atamıza rahmet okuyun ayıptır NANKÖR ler
Çok güzel bir yazı olmuş. Memnuniyetle bir solukta okuduk. Teşekkürler... Türk Milleti tarih yazan müstena bir millet... Çok çalışmamız lazım çok! ...
Milletin uzerinden lanet kalkti. Sahlanis zamani.
Herseye rağmen kılıç hakkı yerini buldu, osmanlı sevdalıları sayesinde.
Atatürk öüze yaptı biz cami yaptık seklinde cumhuriyet ile hesaplaşma peşinde olmak
Yunanı rusu avrupayı memnun etmek yerine Ümmeti İslamı memnun ettik. Gerçek hizmet böyle oluyor anlayana.
Reis Allah razı olsun..Hz Fatihin bedduası değil duası bizimle artık...
borsaningundemi.com’da yer alan bilgi, yorum ve tavsiyeleri yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırım danışmanlığı hizmeti; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır. Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır. Bu görüşler mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabilir. Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir. Burada yer alan bilgiler, güvenilir olduğuna inanılan halka açık kaynaklardan elde edilmiş olup bu kaynaklardaki bilgilerin hata ve eksikliğinden ve ticari amaçlı işlemlerde kullanılmasından doğabilecek zararlardan www.borsaningundemi.com ve yöneticileri hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmemektedir. Burada yer alan görüş ve düşüncelerin www.borsaningundemi.com ve yönetimi için hiçbir bağlayıcılığı yoktur.
BİST isim ve logosu “koruma marka belgesi” altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BİST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BİST’e ait olup, tekrar yayınlanamaz.
borsaningundemi.com verilerin sekansı, doğruluğu ve tamliği konusunda herhangi bir garanti vermez. Veri yayınında oluşabilecek aksaklıkar, verinin ulaşmaması, gecikmesi, eksik ulaşması, yanlış olması veri yayın sistemindeki performansın düşmesi veya kesintili olması gibi hallerden oluşan herhangi bir zarardan borsaningundemi.com sorumlu degildir. BİST, verinin sekansı, doğruluğu ve tamlığı konusunda herhangi bir garanti vermez. Veri yayınında oluşabilecek aksaklıklar, verinin ulaşmaması, gecikmesi, eksik ulaşması, yanlış olması, veri yayın sistemindeki performansın düşmesi veya kesintili olması gibi hallerde Alıcı, Alt Alıcı ve/veya kullanıcılarda oluşabilecek herhangi bir zarardan BİST sorumlu değildir.
Finansal veriler aracılığıyla sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir. Son güncelleme saati (01:59)