Meksika, Brezilya, Arjantin gibi Latin Amerika, Tayland, G.Kore, Endonezya gibi Asya ve Türkiye, Rusya gibi Avrupa ülkeleri birçok kez müflis devletleri ve/veya yanlış yönetilen bankacılık sektörleri yüzünden büyük finansal ve ekonomik tahribat yaşadılar. Çoğunun ortak sebebi ekonomilerini hesapsızca serbestleştirdikten sonra hızlı bir yabancı sermaye girişi yaşamalarıydı. Çünkü bu sermayeyi doğru yönetebilecekleri ekonomik yapıyı henüz kuramamışlardı. Kamu ya da bankalar üzerinden ya da doğrudan reel sektöre akan yabancı sermaye yanlış (verimsiz) yatırımlara giderken finansal piyasalarda varlık fiyatlarını aşırı yüksek seviyelere çıkarmıştı. Çoğunda sabit kur rejimi olduğu için para birimleri güçlenmedi (kurlar yükselmedi). Ama ülkesine göre az ya da çok enflasyonları olduğu için giderek yurtdışı ile rekabet güçleri azaldı. Yabancı sermaye bu ülkelere özellikle gelişmiş ülkelerde para politikaları gevşekken (yani finansman kaynakları bol olup faizler düşerken) yüksek getiri alabilmek için geldi. Ama aynı şekilde likidite imkanları azalıp kendi ülkelerinde faizler artınca da geri dönmek istedi. Krizler genellikle böyle durumlarda ortaya çıktı. Çünkü yabancı sermaye geri dönmek istediğinde o sermayeyi uzun vadeli yatırımlarında kullanmış olan reel sektör geri ödemekte zorlandı. Gelirken coşturdukları piyasaları giderken kuruttular. Çıkarken döviz almak isteyince yeteri kadar döviz rezervi biriktirmemiş olan merkez bankaları satamayınca kurların üzerinde baskı oluştu. Böyle durumlarda hep devreye dünya düzenini koruma görevine istinaden IMF girdi. Hiç şaşmaz biçimde ilk tavsiyesi de kurları sabit olan ülkelerde serbest bırakılması ya da yüklü bir devalüasyona gidilmesi oldu. Çoğu zaman kısa vadeli faizlerin de yükseltilmesini isteyerek kurların belli seviyelerde stabilize olmasını istediler. Mantık basitti. Döviz borcu olan bu ekonomilerin bunu ödemesi için döviz kazanmaları gerekiyordu. Döviz kazanmak için de "bolluk" döneminde kaybettikleri rekabet gücünü yeniden kazanmalıydılar. Kısa vadede en etkili ilaç da kurlarla oynamaktı. Bu sayede ihracat teşvik edilecek ve ekonomilerin büyüme kanalı olacaktı. Devalüasyonun yanında yapısal reformlar da istendi (kamu bütçesinin kalıcı disiplini, bankacılığın yeniden yapılanıp sıkı denetlenerek, risklerini iyi yönetmesi gibi). Bu tür reformların imzası için 1998 Ocak ayında IMF direktörü Camdessus'nun Endonezya'nın ünlü lideri Suharto'ya zorla başında durarak reformların altına imza attırması tarihe düşülen acı bir nottur maalesef (Fotoğraf). Elbette IMF bu ülkelerde ilk baştaki kriz paniğini hafifletmek için maddi destek de sağladı. Ama bu çoğu zaman ihtiyati anlamda oldu. Merkez bankalarında sigorta gibi durdu. IMF her durumda ülkelerin borçlarını ödemek için devletin, halkın, şirketlerin tasarruf yaparak kendi kaynaklarını oluşturmalarına özen gösterdi. Euro'nun ne farkı var? Gelişmekte olan ülkelerin defalarca yaşadıklarını bu kez Euro Bölgesi yaşıyor. Portekiz, Yunanistan, İspanya ve İtalya gibi bugünün sorunlu ülkeleri yıllarca sabit kur rejimi (yani Euro) altında rekabet güçlerini kaybettiler (Grafik 1). Buradan kaybettikleri gelirleri kamu sektöründen transferlerle ya da bankalar üzerinden cömert kredilendirmeye dayalı verimsiz yatırımlarla kapatmaya çalıştılar. Devlet, banka veya halk olsun, çeşitli kesimler aşırı borçlandı. Gelişmekte olan ülkelerden bir ufak fark, bu borçlanmanın finansmanının daha ziyade Euro Bölgesi içinde yapılmasıydı. Bazı ülkeler çok fazla borçlanıp cari açık verirken diğerleri cari fazla ile kazandıklarını cömert biçimde diğerlerine borç verdiler (Grafik 2). Euro Bölgesi'ni hep "tek bir aile" olarak düşündükleri, borçlarını hep geri alabileceklerini zannettikleri için de kolay ve risk primini yükseltmeden ucuza borç verdiler. Ama global kriz bu yatırımcıların gözlerini açtı. Artık risk primini almadan bu ülkelere borç vermek istemiyorlar. Vadesi gelen borçlarını ya geri alıyor ya da yeniden çok kısa vadelerde çeviriyorlar. O yüzden İspanya ve İtalya artık 2 yıl vadede dahi %3-4 Euro faizi ile borçlanabilirken Almanya üstüne para alıyor. Bu ortamda Yunanistan'ın %6, Portekiz ve İtalya'nın %3, İspanya'nın %2 küçülen ekonomileri bu borçlanma maliyetlerini ödeyebilecekleri bütçe gelirini sağlayamıyor. Bu ülkeler de aslında aynı gelişmekte olan ülkelerin izledikleri rotayı izlemek ve öncelikle Euro'nun boyunduruğundan kurtulup devalüasyonla ihracat üzerinden kendilerine bir büyüme kanalı açmak zorundalar. Devalüasyon yapabilmek için de Euro'yu bırakıp kendi para birimlerine geçmek durumundalar. Bu sırada da kamudan bankacılığa gerekli reform atağını başlatacaklar. IMF nerede? Ama bu sefer onlara bunları dayatan bir IMF yok. IMF, Euro'dan çıkıp devalüasyon yapın, faizleri artıran, bütçenizde tasarruf yapın, oluşan zararları geniş kesimlere yükleyin, kötü durumdaki bankalarınızı kapatın, gibi geçmişteki dayatmalarını yapmıyor. IMF direktörü kimsenin başına dikilip imza attırmıyor. IMF ortada yok ama Almanya var. Devalüasyon dışında IMF'nin geçmişte istediği hemen her şeyi istiyor. Çünkü tehlikede olan kendi halkının parası. Destek verse de IMF mantığı ile abartmadan ve sigorta ağırlıklı kullanıp sorunlu ülkelerin kendi tasarruflarıyla bu krizden çıkmalarını istiyor. Samaras'ın, Monti'nin, Rajoy'un tepesine Merkel dikiliyor. Devalüasyonu istememesinin nedeni ise kendisini dünyada bir politik güç haline getiren "Büyük Euro Projesi'nden vazgeçememesi. İlginç olan ise IMF'nin sadece kayıp olması değil, bir de geçmişte yaptığının tam tersini yapıyor olması. Almanya'dan bu ülkelere daha az bütçe disiplin baskısı yapmasını ve ECB'den daha fazla para politikasını gevşetmesini isterken Euro'dan çıkıp devalüasyon silahını kullanmalarını hiç konuşmuyor. Bu çifte standardın açıklanması gerekiyor. Saruhan Özel- Zaman Almanya'nın da çaresiz kaldığı yer ise büyüme. Tasarruf ve reform istekleri sorunlu ülkelerde her yıl ağırlaşan resesyon duvarına çarpıyor. Ama o da sonunda çaresiz kalıp bu ülkelere devalüasyon imkanını verecek. Yükünden kurtulmuş Euro hızla değerlenirken piyasalar da durgunluktan çıkışı kutlamaya başlayacak.
Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.