E-BÜLTEN

E-bültenimize abone olarak
en son bilgilere ve haberlere ulaşabilirsiniz.

Ana SayfaPiyasa'Borcunu ödeyemeyecek çok ülke var'---

'Borcunu ödeyemeyecek çok ülke var'

'Borcunu ödeyemeyecek çok ülke var'
25 Temmuz 2013 - 11:14 borsaningundemi.com

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, "Kur bundan sonra düşer ya da artar demek, kumar gibidir" dedi

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, "Amerika, Avrupa ve Japonya merkez bankaları 'tahvil almıyorum vazgeçtim' derse yarın sabah borcunu ödeyemeyecek düzinelerce ülke var ve bunların çoğu gelişmiş ülkelerdir" dedi.
Babacan, İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclisi'nin, "Küresel Piyasalardaki Hareketliliğin Dünya ve Türkiye Ekonomisine Bugün ve Gelecekteki Etkileri" ana gündem konulu temmuz ayı toplantısında yaptığı konuşmada, İSO'nun 18 bini aşan üyesiyle Türkiye'de sanayi sektörünün ürettiği katma değer ve istihdamdaki payı ekonomi açısından önemli bir kurum olduğunu belirtti.
İSO vasıtasıyla sanayicilerden alınan görüş ve önerilerin politikalara yön verdiğini ifade eden Babacan, şunları kaydetti:
"Türkiye'nin en büyük 500 sanayi kuruluşu ülkemiz ve bulunduğumuz coğrafya için onur duymamız gereken kuruluşlarımızdır. Bir önceki yıla göre 2012 yılında yüzde 9,2'lik bir satış artışı var ve karlılıkta da buna benzer bir oranda artış söz konusudur. Küresel ekonominin sıkıntılı olduğu, Türkiye ekonomisinin büyümesinin de yüzde 2,2 olarak gerçekleştiği dönemde sanayi kuruluşlarımızın performansı kayda değerdir."
Babacan, 1993-2002 arasında ilk 500 kuruluşun üretimden satışlarının reel olarak yüzde 15 gerilediğini anlatarak, "Nominal rakamlarda artışlar görüyoruz. Cirolarda yüzde 80-100 artışlar görüyoruz ama enflasyondan arındırıp baktığımızda bir gerileme söz konusudur. 2003-2012 döneminde satışlar reel olarak yüzde 65 artmış" diye konuştu. Enflasyonun yüksek olduğu dönem ile enflasyonun daha makul seviyeye indiği dönem arasındaki farkın çarpıcı olduğunu vurgulayan Babacan, fiyat istikrarı, enflasyonla mücadeleden taviz verilmemesinin arkasında bu gerçeğin yattığını aktardı.
"Karşılıksız para basılıp çöküş engelleniyor"
Babacan, son 5 yılın dünya ekonomi tarihine "tarihin en önemli birkaç krizinden biri" şeklinde işleneceğini belirterek, bu dönemin, finansal, ekonomik, sosyal ve siyasi krizlere dönüşerek pek çok ülkeyi etkilediğini kaydetti.
Büyük finans kuruluşunun ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olduğunu, bu kuruluşların çoğunun merkez bankalarının sağladığı likidite ile çarkı döndürdüğünü ifade eden Babacan, şunları anlattı:
"Gelişmiş ülkelerin kamu borç stoku tarihi yüksek seviyelerdedir. Bugün, Avrupa ve Amerika merkez bankaları sürekli piyasadan kamu kağıdı alıyor. Amerika, Avrupa ve Japonya merkez bankaları 'tahvil almıyorum vazgeçtim' derse yarın sabah borcunu ödeyemeyecek düzinelerce ülke var ve bunların çoğu gelişmiş ülkelerdir. Krizin asıl dinamiği halen devam etmektedir. Karşılıksız para basıp çöküş ertelenmiş durumdadır. Buna rağmen AB toparlanamıyor. Avro Bölgesi'ndeki 18 ülkenin toplam ekonomisi bu yıl da daralmaya devam edecek. Yapısal sorunların çözümü yapısal reformlarla oluyor. Yapısal problemleri para basarak çözemezsiniz."
Babacan, G20 toplantısında Amerika, Avrupa ve Japonya merkez bankalarının olağanüstü politika uyguladığını, ancak bu politikaların günü geldiğinde geriye çevrileceğini hatırlattığını vurgulayarak, şunları dile getirdi:
"'Bu olduğunda aman dikkat edin, ne yapacağınızı ilan edin ve aklınızdan geçenleri herkese duyurun ki hesabını kitabını yapsın' dedik. Mayıs ayının başında Forum İstanbul'da 'bugünün likidite bolluğuna asla aldanmamak gerekir. Likidite mecburen geri çekilmeye başlandığında gelişmekte olan ülkelerin dikkatli olması lazım' dedim. Bunu söylediğimde mayıs ayının başıydı sonra 22 Mayıs'ta Bernanke'nin bir ölçüde yanlış anlaşılan açıklamalarıyla beraber krizin yeni bir safhasına geçmiş olduk."
Bu safhada gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışı yaşandığını anımsatan Babacan, "Türkiye de pek çok gelişmekte olan ülke gibi etkilendi. Biz de tabii Gezi idi, Taksim idi kendi içimizdeki şeyler takvim olarak tam örtüştüğü için piyasalardaki hareketliliği çoğumuz bu olaylara bağladık ama Hindistan, Brezilya, Endonezya, Rusya, Güney Afrika'da benzer piyasa hareketlilikleri vardı" şeklinde konuştu.
"Türkiye'nin hisse senedi piyasası biraz daha fazla etkilendi"
Babacan, "22 Mayıs'tan bugüne ne oldu?" diye bakıldığında borsa endekslerinin gelişmekte olan ülkelerinin hepsinde düşmüş durumda olduğunu belirterek, piyasa faizlerinin de bütün bu ülkelerde arttığını, ülkelerin yerel para birimlerinin dolar karşısında değer kaybettiğini söyledi.
Özellikle hisse senedi piyasasında Türkiye'nin etkilenmesinin diğer ülkelere göre bir miktar daha fazla olduğuna işaret eden Babacan, "Faizlerde nispeten daha çok etkilenen ülkeler arasındayız ama kur konusunda ortalarda bir yerdeyiz. Bu kendi içimizdeki olaylar ve cari açığımızın oluşu bizi bu süreçte ortalamadan biraz daha fazla etkilenenler arasına soktu. Ama bütün bu parametrelerdeki değişikliğin ana sebebi dünyadaki likidite koşullarıyla ilgili açıklamalardı" diye konuştu.
Amerika Merkez Bankası'nın halen parasal genişlemesinin devam ettiğini, bunun hızının azaltılacağının ilan edildiğini belirten Babacan, "Daha bunun geri çekileceği dönem de olacak. 'Bu kadar likidite çok oldu geri çekelim' diyeceği gün de gelecek. Ama Amerika ekonomisi toparlanmaya devam ederse bu olur" dedi.
"Son iki ayda yaşanılanlarda korkulacak durum yoktu"
Babacan, geçen yıl finans konusunda devletin önemli kurumlarıyla bir araya gelindiğini ve senaryo analizleri yaptıklarını ifade ederek, "Bu kadar parayı bas bas altın fiyatları yükseldi, düştü. Böylesine öngörülemez ortamlarda varsayımla hareket edemezsiniz. hazırlık yapmanız gerekir. Senaryolar karşısında hangi kurumun neler yapacağını yazılı hale getirdik. Herkes kendi kasasına koydu" diye konuştu.
Son iki ayda yaşanılanların bu kurumlar açısından endişe edilecek ve korkulacak bir durum olmadığını anlatan Babacan, hangi kurumun neyi ne zaman yapacağını bildiğini söyledi. Babacan, 2014-2018 dönemine ilişkin planın TBMM tarafından kabul edildiğini hatırlatarak, AK Parti'nin parti programının ekonomi bölümünde yazılanların yapıldığını ifade etti.
"ABD'nin hala bu yılki bütçe hedefi yok"
Babacan, ABD'nin 5 yıllık, 3 yıllık orta vadeli programının olmadığını belirterek, "Bakın ABD temmuz ayının sonuna geldik bu yılın bütçesiyle ilgili hedef ortaya koyamadılar" dedi.
Başbakan Yardımcısı Babacan, G20 bildirgelerine "Gelişmiş ülkeler orta vadeli programlarını açıklamalıdır" diye yazdırıldığını, onların da imzaladığını, ancak ortada OVP'nin olmadığını söyledi.
Kur konusunda 10 yıldır herhangi bir ifade kullanmadığını dile getiren Babacan, "Nihayetinde bu piyasada oluşuyor. Bunu Merkez Bankası'nın politikaları bir miktar etkileyebilir ama bu bire bir kontrol şeklinde değildir. Uluslararası piyasaların kontrol kabiliyeti daha fazla çünkü dışa açık bir ekonomiyiz" diye konuştu.
Özel sektörün de kur konusuna dikkat etmesi gerektiğini, bankaların zaten dikkat etmek zorunda olduğunu çünkü "BDDK'nın sürekli enselerinde bulunduğunu" vurgulayan Babacan, kur riskinden korunulması gerektiğini aktardı.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, sanayide enerji verimliliği yatırımlarıyla alakalı özel bir teşvik programı üzerinde çalıştıklarını söyledi.
Başbakan Yardımcısı Babacan, İstanbul Sanayi Odası (İSO) Meclisi'nin "Küresel Piyasalardaki Hareketliliğin Dünya ve Türkiye Ekonomisine Bugün ve Gelecekteki Etkileri" ana gündem konulu temmuz ayı toplantısında, 2010 ve 2011 yıllarında dünya büyümesinin dinamiğinde gelişmekte olan ülkeler varken, şimdi bu ülkelerde de son bir yıldır ekonomi performansının hızla düştüğünü, büyüme rakamlarının aşağıya doğru revize edildiğini ve çok dikkatli gidilmesi gereken bir dönemde bulunulduğunu dile getirdi.
Türkiye'de ise zamanında attıkları adımlar, aldıkları tedbirler ve popülizme tevessül etmemelerinin ülke ekonomisinde temel noktaları güçlendirdiğini kaydeden Babacan, "Bizim şimdi borç stokumuz milli gelirimizin sadece yüzde 36'sı. Bu oran Avrupa'da ortalama yüzde 80'lerde, Avro Bölgesinde yüzde 90'larda, Amerika'da yüzde 100'ü geçti, Japonya'da ise yüzde 240. Bütçe açığımız ise geçen sene milli gelirimizin sadece yüzde 1,4'üydü. Bu çok önemli. Çünkü hem cari açığın hem de bütçe açığının olması çok kötü vuruyor ülkeleri. Ama cari açığımız varken öte yandan 'bütçemiz sağlam' diyebilmeniz endişeleri önemli ölçüde aşağı çekiyor" dedi.
Babacan, her ne kadar bazen kızılsa ve uygulamalar konusunda haklı şikayetler varsa da Türkiye'deki bankacılık sisteminin şu anda toplam sermaye yeterlilik rasyosunun yüzde 17 olduğunu belirterek, bunun dünyadaki en yüksek oranlardan biri olduğunu ifade etti.
Dünyada pek çok sarsıntı yaşayan ülkenin, bankacılık sektöründen kaynaklanan kriz sebebiyle sarsıldığına işaret eden Babacan, "İrlanda 5 sene öncesinde bir ekonomi mucizesi olarak sunuluyordu ama bankacılık sistemine dikkat etmediler, denetimlerini yapmadılar, düzenlemeden çekindiler ve bankacılık sistemi öyle bir vurdu ki İrlanda son 5 yıldır bir türlü kendisini toparlayamıyor. Dolayısıyla bankacılık sistemine çok dikkat etmek gerekiyor. Mutlaka bilançoların güçlü olmasını sağlayacak düzenleme ve denetimi yapmak gerekiyor. Ama öte yandan reel sektörle bankacılık sistemi arasındaki ilişkinin de daha sağlıklı olması için de sürekli çaba göstermek gerekiyor. Fakat şu var ki bankalar kriz yaşarken bu sadece kendilerini vurmuyor, reel sektörü daha da çok vuruyor. Dolayısıyla bankacılık sistemine bir yandan kızalım, bir yandan da daha iyi bir performans göstermesi için çaba gösterelim ama bilançoların güçlülüğünün ne kadar önemli olduğunu da böyle dönemlerde hiç unutmayalım" diye konuştu.
"Çok vergi toplayıp çok para harcayan bir devlet olmak istemiyoruz"
Devlet merkezli bir anlayış yerine özel sektör odaklı bir politika izlediklerini belirten Babacan, şöyle devam etti:
"Son 10 yıldır büyümemizin kaynağı sürekli özel sektör oldu. Türkiye'de devlet harcamalarının, devlet yatırımlarının büyümeye katkısı son 10 yılda hemen hemen hiç olmamıştır. Bizim toplam devlet bütçemiz şu anda ekonomik büyüklüğümüzün, GSYİH'mızın sadece yüzde 27'si. Fransa'da bu oran yüzde 54. Fransız devleti bizim 2 katımız vergi topluyor ama 2 katımız da para harcıyor. Ama ne oluyor? Verimsizlik, problemler, bir türlü büyümeme, hele bir de yaşlanan nüfusu da üzerine kattığınızda artık patinaj yapmaya başlayan bir ekonomi karşınıza çıkıyor. Biz OECD ülkeleri içerisinde toplam ekonomik büyüklüğüne göre vergi toplamada nispeten en az vergi toplayan ve en az para harcayan devletiz. Bu önemli bir istatistik. Çok vergi toplayıp çok para harcayan bir devlet olmak istemiyoruz. Hep özel sektörümüz yapsın istiyoruz. Hatta normalde devletin yapması beklenen çok önemli olan altyapı yatırımlarında dahi biz hep kamu ve özel ortaklığı yapıyoruz.
Cuma günü G20 toplantılarında gündemlerden bir tanesi yatırımlar için uzun vadeli finansman konusuydu, herkesin bütçe problemi varken altyapı yatırımlarının nasıl yapılacağı tartışıldı. Ben bizim nükleer santral projeleri, 3. havaalanı, 3. köprü, Tüp Geçit örneklerini verince oturum sonunda kaç tane bakan ayrı ayrı geldi, 'Bunları nasıl yapıyorsunuz, bir görüşsek, nasıl oluyor bu işler, biraz anlatsanız' dedi. Gerçekten Türkiye'de kamu ve özel sektör ortaklığıyla, yap-işlet-devret modeliyle yaptığımız işler gelişmiş ekonomilere dahi 'Bunlar iyi şeyler, biz niye yapmıyoruz ki' diye sorgulatıyor. İsim vermeyeyim ama bizim aşağı yukarı 4 misli ekonomik büyüklüğümüze sahip bir ülkenin bir bakanı geldi, 'Biz ilk defa bir şey deneyeceğiz kamu özel ortaklığıyla, belki sana telefon açıp bazı şeyler sorabilirim' dedi. Bütçe disiplini bir bakıma kamu ve özel sektör ortaklığını iyi bir amaç için zorlayan bir unsur. Bütün bunlar bizim Türkiye olarak önemli farklılıklarımız."
"Demokrasinin ekonomiyle paralel ilerlemesi olmazsa olmaz bir şart"
Babacan, Türkiye'de ekonominin yanında demokratikleşmeye de çok önem verdiklerini vurgulayarak, demokrasinin ekonomiyle paralel ilerlemesinin ülke için olmazsa olmaz bir şart olduğunu söyledi.
Uluslararası standarttaki birinci sınıf demokrasiyi hedeflemek gerektiğine işaret eden Babacan, "Temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü konusundaki çabalar en az ekonomideki çabalarımız kadar kıymetli. Türkiye gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadıkça ilk 10 ekonomiden biri olma hedefi hayal olarak kalır" ifadelerini kullandı.
"Milli gelirimiz, ortalama eğitim seviyemize göre istisnai bir şekilde yüksek"
Türkiye'nin geleceği açısından olmazsa olmaz bir alanın da eğitim olduğuna dikkati çeken Babacan, çalışan nüfusun ortalama okula gittiği yıl sayısı ne kadar artarsa ülkenin mili gelirinin de o kadar arttığını dile getirdi.
Babacan, Türkiye'de şu anda çalışan nüfusun örgün eğitim sisteminde geçirdiği sürenin ortalama 6,5 yıl, milli gelirin ise 10 bin 500 dolar olduğunun bilgisini vererek, şunları kaydetti:
"Bizim gibi 6,5 yıllık eğitim seviyesi olup da 10 bin 500 dolar milli geliri olan başka bir ülke yok. Ama 25 bin dolarlık ülkelere baktığımız zaman da ortalama eğitim süreleri çok fazla. Şu anda bulunduğumuz 10 bin 500 dolar milli gelirimiz bile ortalama eğitim seviyemize göre istisnai bir şekilde yüksek. Eğitimde reformlarımızı çok hızlı bir şekilde yapmazsak 25 bin dolar yine hayal. Dolayısıyla eğitimde zorunlu süreyi 8 yıldan 12 yıla çıkarmamız çok önemli bir adımdı. Ayrıca eğitim sistemi ile işgücü piyasasının birbiriyle kesişmesi gerekiyor. Öte yandan Ar-Ge ve inovasyonla alakalı üniversite ile sanayi daha yakın çalışmalı. Bunun için de bizim YÖK başta olmak üzere üniversite sistemimizi a'dan z'ye reforme etmemiz gerekiyor. Üniversitelerde mutlaka rekabet kültürünü getirmemiz gerekiyor. Rekabet yoksa rehavet olur. Rehavetin olduğu bir yüksek öğretim sisteminden beklentileri maalesef yüksek tutamıyoruz."
Enerji verimliliği yatırımlarına teşvik
Enerjinin de önem verdikleri konulardan biri olduğunu belirten Babacan, "Yerli, yenilenebilir enerjiye ağırlık vermemiz lazım. Enerji verimliliği konusu çok önemli.Şimdi sanayimizde enerji verimliliği yatırımlarıyla alakalı özel bir teşvik programı üzerinde çalışıyoruz" dedi.
Türkiye'de tasarruf oranlarının düşük olması sebebiyle cari açık verildiğine, bunun da başka ülkelerdeki tasarrufları Türkiye'ye sürekli cezbetme mecburiyetini getirdiğine dikkati çeken Babacan, tedrici bir azalma olsa da Türkiye'de kayıt dışılığın da hala ciddi bir sorun olduğunu ifade etti.
Türkiye'de Ar-Ge harcamalarının şu anda milli gelirin yüzde 0,9'una ulaştığını, 2018 için yüzde 1,8, 2023 için ise yüzde 3'lük bir hedef koyduklarını kaydeden Babacan, bu oranların da 3'te 2'sinin özel sektörden, 3'te 1'inin devlet bütçesinden geleceğini söyledi.
İhracatta pazar çeşitliliğinin önemine değinen Babacan, serbest ticaret ve vizeleri kaldırma anlaşmaları yaptıklarını, yeni büyükelçilikler açtıklarını, ticaret müşavirliklerinin sayısını artırdıklarını anlattı.
Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanının hem Türk Hava Yolları'nın (THY) hem de Eximbank'ın yönetim kurulunda yer almasının ihracatçıların hem lojistik hem finansman ihtiyaçları için son derece kritik olduğunu dile getiren Babacan, "Merkez Bankamızın Eximbank üzerinden kullandırdığı krediler çok uygun maliyetli krediler. Kanunen 4 ay diye bağlıydı, son torba yasaya bir madde koyduk, orada Merkez Bankası'nı şimdi serbest bıraktık. Merkez Bankası vadeyi serbestçe belirleyecek ama limiti de 2 katına çıkaracağını Merkez Bankamız geçen hafta açıkladı. Yani hem limiti 2 katına çıkacak hem de vade 4 aydan artacak" diye konuştu.
İşgücü piyasasındaki katılıkları açmak için atacakları adımların da önemli olduğunu belirten Babacan, "Maalesef Türkiye'de insanlar ya full-time çalışıyor ya da işsiz. İkisinin arasında çalışma modellerimiz yok. Bugün Avrupa'da 'İşim var, çalışıyorum' diyen kadınların yüzde 25-30'u farklı esnek çalışma modelleriyle çalışıyor. Bununla ilgili güzel bir paket hazırladık, onu muhtemelen eylül ayı gibi açıklayacağız; hem esnek çalışma hem kadınların işgücüne daha çok girebilmesi hem de ailelerin daha çok çocuk sahibi olabilmesi gibi" açıklamasında bulundu.
Babacan, 2002'de eğitime bütçeden 9,9 milyar lira harcanırken 2013 bütçesinde bu rakamın 62,7 milyar liraya çıktığını da ifade etti.
"Önce kazanacağız sonra harcayacağız"
Büyüme ve istihdamın her ülkenin ekonomi deyince bir numaralı konusu olduğunu dile getiren Babacan, şöyle konuştu:
"Üretimle, ihracatla, yatırımla büyüyorsak sorun yok ama bankadan kredi çekip tüketerek büyüyorsak işte o tür büyüme ile ilgili bizim kaygılarımız var. Bazen kontrol edelim, dikkatli olalım, banka kredileri şurada biraz hızlı artıyor, orada biraz işi dengeleyelim diye aldığımızı tedbirler ağırlıklı olarak o alanlardaki tedbirler. Çünkü önce hak edeceğiz ondan sonra hak ettiğimiz refahı yaşayacağız. Önce kazanacağız sonra harcayacağız. Bir ailenin sürekli kredi çekip de aylık gelirinin üzerinde bir harcama ile devam etmesi mümkün değil. Bu, sonunda hem aileye bir felaket getirir hem de makro dengelerimiz açısından nihayetinde Türkiye'yi zora sokar. Dolayısıyla bundan sonraki dönemde bizim büyüme modelimiz üretimle, yatırımla, ihracatla büyümedir. Tüketimle gelecek büyümeler zaten geçici ve saman alevi gibi oluyor, sonunda dönüyor dolaşıyor daha kötü bedel ödetiyor ülkelere. Şu ana kadar da çok şükür gayet iyi. Geçen sene büyüme yüzde 2,2'ye düştü ama 1 milyon 200 bin ilave istihdam oluştu Türkiye'de. Bu önemli bir rakam. Bütün bu şartlara rağmen işsizlik oranımız dış konjonktüre bağlı olarak makul ama tabi daha da aşağı seviyelere inmesi için önümüzdeki dönemde çabalarımız devam edecek.

Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.

YORUMLAR (3)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)