1992’de Kozlu’daki kaza sırasında ocak “Burada yangın söndürülemiyor” denilerek işçilerin üzerine kapatılmış, bir süre sonra açıldığındaysa işçilerin “Bizi ölüme terk ettiniz” yazısı ortaya çıkmış. O kazayı atlatan bir madenci travmasını hâlâ atlatamamış...
İşte Hürriyet'ten İpek İzci'nin haberinde yer verdiği o yangının dehşet veren anıları...
Madene indikleri ilk gün, yaraları ruhlarına mıh gibi kazınıyor onların. Öyle hızlı kabuk bağlıyor ki, o ev o gün o an bir yas evine dönüşüveriyor aniden. Madene inecek kişinin ayrı, sevdiklerinin ayrı kanıyor canı... Hiç değişmiyor uğurlamalar: O gün son görüşmeleri olabilir düşüncesiyle baba, oğul, kardeş, eş ya da bir sevgili, her gün evden çıkarken helalleşiyor sevdikleriyle. Madene gelip de kafeslerle aşağıya inerken de uzun uzun dua etme faslı başlıyor.
İsmini yazmamı istemiyor. Üç çocuğu var; hepsi okullu. İsteyerek değil, zorunda olduğu için çalışıyor: “Çocuğunuz size ‘Baba ben arkadaşlarımla şuraya gitmek istiyorum ama param yok’ dediğinde cebinizde kalan son paranız olsa bile ona çıkarıp vermek zorunda hissediyorsunuz kendinizi. Onların isteklerini karşılayabileceğim başka bir iş imkânı olsa hiç beklemem, hemen o işe geçerim.”
Mart 1992’de Kozlu’da yaşanan grizu faciasının travmasını atlatamamış. Maden ocağı, “Burada yangın söndürülemiyor” denilerek işçilerin üzerine kapatılmış, bir süre sonra açıldığındaysa “Bizi ölüme terk ettiniz” yazılı bir bez parçasıyla karşılaşmışlar. Sürekli bunu düşünüyor çalışırken. “Aynı şeyi yaşar mıyım?” diye sorarken bir bakıyor ki saatler geçmiş, vardiyasını tamamlamış.
Yeryüzüne çıktığındaysa gökyüzüne bakıyor ilk iş. Etrafında kimse yoksa gülüyor kendi kendine. Mutluluğunu bedenine yansıtıyor, şarkılar söyleyerek yola koyuluyor.
GAZ MASKESİ BİR KERE GÖSTERİLMİŞ Şimdilerde özelleştirilmiş madenlerin birinde çalışıyor. Şef olarak gaz ölçüm aletlerinin en iyisi aldırmaya uğraşıyor. Alet edevatın en ucuzundan almanın peşindeymiş bu tarz şirketler. “Soma’daki arkadaşlarımızın çoğu gaz maskesini kullanmayı bilememiş, bundan haberiniz var mıydı?” diye soruyor, “Sadece bir kere göstermişler. Yetmez ki o. Size bir kere gösterseler hemen kavrar mısınız? Hayır. 15 günde bir, ayda bir tekrarlanması lazımdı. Bu cinayetler kader değildi, ihmaldi.”
BUGÜN 30 BİN KİŞİ BAŞVURUR Bir yeğeni var. Savaş Çiloğlu. O da 30 yıllık madenci. Tekniker olarak çalışıyor. İlk kez 24 yaşında inmiş madene, stajyer olarak. Mühendisin peşi sıra ilerlerken yarım metre önüne aniden çimento torbası büyüklüğünde bir kaya düşmüş: “O zamanlar ocak lambaları asitliydi. O asit, bir insanın zoraki sığabileceği bir yerden geçerken, üstümüze dökülüp cildimizi yakıyordu. Bir yandan asit bir yandan ölümü teğet geçmek. Ama, hayır madencilikten vazgeçmedim. Bu bölgede her delikanlı ocağa girme hayali kurardı o zamanlar. 2000 yılında TTK’ya 4 bin işçi alınacaktı mesela, 40-45 bin civarında genç başvurmuştu. Bölge insanı madenden korkmazdı, yeraltını severdi. Bugün artık böyle değil bu. Yine de ‘Kuruma 2 bin kişi alacağız’ deseler 30 bin müracaat olur. Çünkü gençler işsiz.”
‘Soma’ya gitmekten başka çare yok’
Onun da hayatı helalleşmekle, her gün aynı manzaraya şahit olmakla geçiyor: Madenci ocağa geliyor. Yeraltından çıkanla madenin kapısında karşılaşıyor, “Geçmiş olsun” diyor. Karşılığında “Uğurlar ola” lafını duyuyor ve yeraltına giriyor. Korku burada harlanıyor. Ama şunu söylemeden de edemiyor: “Madenciler yüreklidir. Yeraltını evi gibi görür. O karanlıktaki siyah altın dediğimiz kömürü yer üstüne çıkarmak için her türlü fedakârlığı yapar. Sadece Zonguldak beş bin şehit verdi şimdiye kadar. İçlerinde İranlı, Ermeni, Rum, Fransız işçiler de var. Az şey mi bu?”
AÇLIK ÖLÜMDEN BETER 27 yıl TTK’da çalıştıktan sonra Soma’ya giden binlerce Zonguldaklı madenciden bir başkası da Hakan Özçep. Havalandırma bölümünde görevli. İşçilerin Soma’ya gitmesine neden olarak buradaki ocakların özelleştirilmesi sonucu, iş imkânının artmasını gösteriyor. Özelleştirilen maden ocaklarında, daha çok insan istihdam edildiğinden, madencilerin para kazanmak için Soma’ya gitmekten başka çareleri yok. “Zonguldak’ta mesleği öğrenmişler, Soma’da da iş hazır. Mesleği bilen binlerce insan otobüs otobüs geldi buraya” diyor. Özelleştirilmesinin yarattığı tehlikeyi şöyle anlatıyor: “Soma’da tek bir ocakta 5500 kişi çalışmış. Daha çok üretim olacak diye iki kilometrelik ocağın neresine sığdırmışlar o kadar insanı, anlamak mümkün değil!”
Soma’da trafo patlar mı, patlarsa bu kadar çok hasar yapar mı sorusu günlerdir kafasını kurcalıyor. Facianın yaşandığı firmanın trafo patladı açıklamasına mana veremiyor. Tabii vardiya meselesine de… “Üretim durmasın diye Soma’da içeride değiştiriyorlarmış birbirlerini. TTK’da öyle olmaz. Saat 3’te ocak boşaltılır, 4’te yeniden girilir. O bir saatlik boşlukta da denetleme yapılır. Ama tabii burayı devlet çalıştırıyor. Devlet çalıştırdığı için de zarara tahammül edebiliyor ve tedbir alıyor. Mesela kanun ‘Yüzde 1.5 oranında metan gazı olduğunda çalışılmaz’ derse, kurum yüzde 1 oranında işi bıraktırıyor. Bu tabii sadece devlet kontrolünde olan ocaklar için geçerli. Özelde olacak iş değil bu.”
Kozlu’da 263 kişinin öldüğü ocakta da çalışmış ve o patlamadan sağ kurtulmayı başarmış Özçep. Her gün ailesinden, yakınlarından işi bırakması yönünde telkinler alıyor. “İlk günler korkuyorsun ama ekmek parası için alışıyorsun mecbur” diyor, “Çünkü açlık, ölümden beter.”
AĞAÇ KABUĞU DIŞINDA HER ŞEYİ YERİZ Ve Kadir Tuncer. Gıyabında ‘entelektüel madenci’ olarak anılıyor. Ömrünü bu işe verenlerden. “Çelik gibiyiz” diyor kendileri için. Madende ağaç kabuğu dışında her şeyi yerlermiş mesela, öyle anlatıyor. En çok da kuzu dedikleri, C vitamini yüklü olduğu için, kömür tozunu ciğerlerinden attıklarına inandıkları soğanı severlermiş. Korkmamayı öğrenmiş o da herkes gibi. Daha doğrusu kendini korkmadığına inandırmayı... “Gece çok çok büyük bir konakta tek başınıza yalnızsın gibi düşün. Gidiyorsun, gidiyorsun, her an arkandan bir el yapışacakmış gibi gelir ya. İşte bunun gibi korkular yaşarsın madene ilk indiğinde. Ama korkuya teslim olursan bitersin. İnsanoğlu, ölüm korkusuna da alışıyor. Evet, başlarda herkes çok korkuyor ama bir süre sonra maden ocağı bizim için en güvenli yere dönüşüyor. Dedim ya, kendimizi buna inandırırız. ‘Huzur verir, ana rahmi gibi gelir’ deriz. Trafik yok, gürültü yok diye düşünür, kendimizi böyle rahatlatmaya çalışırız. Böyle olunca başka hiçbir şey düşünemiyorsunuz tabii. Düşünemediğiniz için de rahatlarsınız. Aksi takdirde attığımız her adımı düşünürsek biz ilk günden biz deliririz.”
Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.