Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Esasen üniversite, bilimle iştigal eden kurum olarak otorite ile sorunlu değildir, olmamıştır ama kapalı rejimlerde otorite üniversiteyi bir formatlama aracı olarak kullanmak istemiş, müdahale etmiş tabiatını değimi yerindeyse bozmuştur. Özgür düşünce ve eleştiri bilimin özünde vardır. Özgür düşüncenin olmadığı ortamdan bilime hizmet etme imkan ve ihtimali yoktur. Üniversiteye sınır çizen, üniversitelere belli kalıplar dayatan, üniversiteleri kontrol altında tutmaya çalışan bir anlayış bilime sınır çizen, bilime dayatmalarda bulunan bir anlayıştır” dedi.
Başbakan Erdoğan, 100. Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Merkezi Araştırma Laboratuvarı açılışına katıldı ve burada kendisine fahri doktora tevdi edildi. Tevdi töreninden önce salonda "ODTÜ'ye aldırma, 100. yıl seninle" sloganları atıldı. Tevdi töreninde bir konuşma yapan üniversitenin rektörü Prof. Dr. Peyami Battal, “Sayın Başbakanım cidden sizinle gurur duyuyorum. Duygulandım ben şuanda” dedikten sonra fahri doktora verilmesi için üniversitenin senato kararını okudu. Törenin ardından Erdoğan bir konuşma yaparak, kendisine tevdi edilen fahri doktora unvanı için şükranlarını sundu. Açılışı yapılan eserlerin hayırlı olmasını temenni eden Erdoğan, bu eserlerin yapımında emeği geçenlere de teşekkürlerini sundu.
“BU BİLGİDE HİKMET MAALESEF YOK” “Işık Doğu’dan yükselir” diye bir sözün olduğunu ifade eden Erdoğan, burada söz edilen ışığın Doğu’nun ilim ve irfanı olduğunu söyledi. Geçmişte de bu ışığın doğudan yükselerek batıyı aydınlattığını kaydeden Erdoğan, “Bunun içindir ki bu topraklar tarih boyunca büyük komutanlar, büyük liderler nice büyük alimler yetiştirmiş ve nice irfan sahibi insanlar yetiştirmiştir” şeklinde konuştu.
“Bizim medeniyetimiz kılıçla değil, kalemle, savaşla değil, ilimle, irfanla, imaretle yükseltilmiş ve yüceltilmiştir” diyen Erdoğan, Balkanlar’da Osmanlı’nın baskıyla ve zulümle değil yaptığı imarethanelerle hatırlandığına dikkat çekti.
Üniversitelere ilişkin birkaç hususa da değinmek istediğini aktaran Erdoğan, “En büyük eksiğimizin de bu olduğunu zannediyorum, buna inanıyorum Tayyip Erdoğan olarak. ‘Nedir bu’ derseniz, biz, geçmişimiz itibarıyla özellikle eğitim, öğretimde bir şeyi ecdadımız çok iyi işlemiş, o da ilim ile hikmeti bir arada götürmüş. Çünkü hikmetsiz ilmin hiçbir anlamı yoktur. Şimdi bizim en büyük eksiğimiz bu. Şu anda bilgiyi alıyoruz ama bu bilgide hikmet maalesef yok” diye konuştu.
Bunun yakalanması gerektiğini anlatan Erdoğan, hocaların hikmetle zenginleştirilmiş ilim vermesi gerektiğini anlattı. “İlim ilim bilmektir, ilim kendini bilmektir, sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır” şiirini anımsatan Erdoğan, “Alim olursunuz ama arif olamazsınız. Hem diyoruz alim olalım hem de arif olalım. Bu ikisi bir arada olduğu zaman bu ülkenin geleceği farklı olacaktır” şeklinde konuştu.
“ÜNİVERSİTELERİMİZ BİRER FORMATLAMA ÜNİTESİ OLARAK TASARLANMIŞ" Tarihi tecrübelerin, üniversite ile otorite arasındaki ilişkinin hassas olmak zorunda olduğunu gösterdiğini vurgulayan Erdoğan, “Esasen üniversite, bilimle iştigal eden kurum olarak otorite ile sorunlu değildir, olmamıştır ama kapalı rejimlerde otorite üniversiteyi bir formatlama aracı olarak kullanmak istemiş, müdahale etmiş tabiatını değimi yerindeyse bozmuştur. Özgür düşünce ve eleştiri bilimin özünde vardır. Özgür düşüncenin olmadığı ortamdan bilime hizmet etme imkan ve ihtimali yoktur. Üniversiteye sınır çizen, üniversitelere belli kalıplar dayatan, üniversiteleri kontrol altında tutmaya çalışan bir anlayış bilime sınır çizen, bilime dayatmalarda bulunan bir anlayıştır” açıklamasında bulundu.
Eğitim ve öğretimin bir arada anılması gerektiğini söyleyen Erdoğan, sadece öğretim olamayacağını, sadece eğitim olmayacağını söyledi. Ortam ve imkanları inşa ederek, eğitim ve öğretimi birleştireceklerini söyleyen Erdoğan bununla birlikte bilimi de özgür bırakacaklarını söyledi.
Türkiye'nin üniversiteler konusunda özeleştirisini artık yapmak zorunda olduğunu dile getiren Erdoğan, “Bizim üniversitelerimiz özellikle de 27 Mayıs müdahalesinin ardından ne yazık ki birer formatlama ünitesi olarak tasarlanmış ve bu şekilde bir gelişim göstermiştir” değerlendirmesinde bulundu.
Devletin gençlerin ele avuca sığmaz enerjisini bir tehdit olarak algıladığını söyleyen Erdoğan, bu tehdidi bertaraf etmek için dayatmalarda bulunduğunu söyledi. Devletin kimi zaman çok daha ileri giderek, gençlerin enerjisini, muhalefetini, kendi varlığını ve otoritesini tahkim edecek biçimde tasarladığını söyleyen Erdoğan şöyle devam etti:
“Bugün geriye dönüp baktığımızda, bunun çok acı örneklerini görüyoruz. 27 Mayıs öncesinde üniversite gençliği kullanılmak suretiyle, demokrasi hedef alınmış, üniversite gençlerinin bilerek ya da bilmeyerek kullanılması yoluyla askeri müdahale yapılmış, demokrasi ortadan kaldırılmış ve başbakan ile iki bakanı idam edilmiştir. Menderes Hükümetine karşı sokakları esir alan nümayiş, 27 Mayıs Askeri Darbesiyle birlikte adeta bıçakla kesilir gibi kesilmiştir. Aynı tabloyu, aynı senaryoyu bizzat bizler 12 Eylül öncesinde yaşadık. Üniversiteler, farklı eller tarafından değil, aynı el tarafından kamplara ayrıştırılmış, kutuplaştırılmış, öğrenciler bir birine hasım haline getirilmiş ve maalesef kanlı olaylar da yaşanmıştır. Şuanda tabi benim genç kardeşlerim o dönemleri yaşamadılar. Şuanda tabi o dönemi okuyorlar. Ben tabi araştırmalarını incelemelerini isterim.”
Kendisinin de 1980 Askeri Darbesi öncesinde üniversite öğrencisi olduğunu söyleyen Erdoğan, o dönemde bir siyasi partinin İstanbul gençlik kolları başkanı olduğunu söyledi. Terörün o zaman Türkiye'ye kavram olarak girmediğini, anarşi kavramının olduğunu anlatan Erdoğan, “O anarşik ortam içerisinde teşkilatımı o ortamın içine sokmamak için bir mücadelenin içindeydim. Hamdolsun bunu büyük ölçüde başardım. Genç arkadaşlarımdan o süreç içersinde şiddete bulaşan hemen hemen hiç olmadı. Ve bundan dolayı da yargılanan genç arkadaşım teşkilatım arasından olmadı. Çünkü biz hep kaleme ve kitaba yöneldik. Yaptığımız iş bu oldu" ifadelerini kullandı.
“BEN TÜRK'ÜM DEMEKTEN HİÇBİR ZAMAN GOCUNMADIM” Bu dönemleri yaşanan olayın aktörlerinin bazılarının, bugün o dönemde yaptıklarını sanki büyük işler başarmış gibi ortaya koymaya çalıştığını kaydeden Erdoğan, "11 Eylül 1980 günü neredeyse bütünüyle sokakta olan üniversite öğrencilerinden, 12 Eylül 1980 sabahında hiç eser kalmamıştır. Bizim üniversitelerimiz belli dönemlerde bilimden ziyade, eğitim-öğretimden faaliyetlerinden ziyade sadece ve sadece gösterilerle protestolarla hatta anarşiyle gündeme gelmek zorunda kalmıştır. Özgür düşüncenin merkezi olması beklenen üniversite, şekilciliğin, dayatmaların hatta baskının, hoşgörüsüzlüğün ve tek tip insan yetiştirmenin merkezlerine dönüşmüştür" ifadelerini kullandı. Yakın tarihe kadar üniversite demenin farklı olana tahammülsüzlük olarak algılandığını söyleyen Erdoğan, bunun öğrencilerin değil, en tepedeki yöneticiler tarafından üniversitelerin ötekileştirme aracı yapılmak istendiğini söyledi.
"Andın içeriği problemliydi ama şekli içeriğinden çok daha problemliydi” diyen Erdoğan, “İlkokulları, ortaokulları bu şekilde formatlamaya müsait olarak gören zihniyet, üniversitelere de aynı nazarla bakıyordu. İnanın o zihniyet eğer imkan bulabilseydi, üniversitelerde de ant okutur, üniversitelere de forma zorunluluğu getirir, farklı olanı üretim hatası olarak görüp, eleğin altına bırakırdı. Gençler çıkıyor, birileri ne diyor şimdi? Ant kalktı ya diyor ki 'Bunlar Türklüğe karşı'. Bunun Türklüğe karşı olmakla ne alakası var? Şimdi ben Türk'üm. 'Ben Türk'üm' demekten hiçbir zaman gocunmadım, gocunmuyorum. Böyle bir derdim, böyle bir sıkıntım yok. Benim bir Kürt kardeşimin de 'Ben Kürt'üm' demesinden hiçbir sıkıntım yok, ‘Laz'ım’ demesinden bir sıkıntım yok, ‘Boşnak'ım’ demesinden bir sıkıntım yok, ‘Roman'ım’ demesinden bir sıkıntım yok. Çünkü bizim indimizde insan olması önemlidir, insan" değerlendirmesinde bulundu.
“ONDAN SONRA DA PATENTİ ÖYLE VURDULAR…” Erdoğan, millet kavramına bile farklı yaklaşıldığını ve içeriğinin bilinmediğini söyleyerek, "İlla başına 'Türk' kavramı gelecek. Sen illa oraya onu 'Türk milleti' diye dayatırsan, öbürü de diyor ki 'Hayır, Kürt milleti', öbürü çıkar 'Laz milleti', Öbürü 'Boşnak milleti.' Niye bunu böyle diyorsun. Diyor ki 'Türk milleti hepsini kavrar'. Hayır, Türk milleti hepsini kavramaz, millet hepsini kavrar. Çünkü millet kavramının içinde Türk'ü de Kürt'ü de Laz'ı da Çerkez'i de Gürcü’de var şu da var, bu da var" şeklinde konuştu. Kimseyi farklı bir şekilde damgalamadıklarını söyleyen Erdoğan, “Kılık-kıyafetine bakıp, bitirdiği okula bakıp, inancına düşüncesine bakıp, hatta anne babasının yaşam tarzına bakıp bir çok genci de eleğin altında bırakmak istediler. ‘Pantolonunun dizinde ütü kaybolmuş mu?’ Veya ‘ayağının belli yerlerinde nasırlar var mı? Ona bakalım’. Ondan sonra da patenti öyle vurdular” dedi.
Demokratikleşme paketiyle getirilen düzenlemelerin belli kesimlere imtiyaz olmadığını, hakları ellerinden alınanlara haklarını iade ettiklerini kaydeden Erdoğan, “Bizim yaptığımız, terazinin bir kefesinden alıp, ötesi kefesine koymak asla değildir. Bizim yaptığımız, teraziyi aslında dengeye getirmektir. Adaleti tesis ettiğimize inanıyoruz ve üniversiteler hiçbir görüşün, hiç bir ideolojinin, hiç bir kesimin yuvası değildir. Üniversiteler sadece ve sadece bilimin, özgür düşüncenin yuvasıdır. Biz, üniversitelere böyle bakıyoruz. Üniversitelerin bu atmosfere kavuşması için de üzerimize düşeni, bu sorumluluğu yerine getirme mücadelesini veriyoruz. 10 yıllar boyunca üniversiteleri bir formatlama yuvası olarak görenler, elbette bu değişim ve dönüşümden rahatsız oluyorlar. Türkiye normalleşirken, birileri tabii ki adaletsiz şekilde sahip oldukları imtiyazlarını da kaybediyor” diye konuştu. Faşizmle bilim aynı kefede bulunamaz. Dogma ile bilim aynı kefede bulunamaz. Hoşgörüşüzlük, tek tipçilik, özellikle de inkar, ret ve asimilasyon bilimle aynı kefede bir arada bulunamaz. Üniversitesi demokrat olmayan, üniversitesi demokrasi kültürünü desteklemeyen bir ülke sağlıklı bir demokrasiye kavuşamaz. Özellikle bizde, Türkiye'de üniversiteler demokrasinin karşıtı değil, demokrasinin savunucusu, özgürlüğün karşıtı değil, özgürlüğün savunucusu olarak yeniden yapılanmak, yeniden konumlanmak zorundadır. Elinde molotofla gezen bir genç, demokrasiden bahsedemez. Elinde molotofla dolaşan bir genç, elinde bıçakla dolaşan bir genç, palayla dolaşan bir genç ‘ben demokrasi aşığıyım’ diyemez. Çünkü demokrasi özgürlük bunlarla gelmez. O fikirle gelir, düşünceyle gelir. Masanın etrafında müzakere ederek tartışarak gelir ve sonunda da sandıkta gelir. Onun yeri sandıktır" şeklinde konuştu.
“ÇÜNKÜ HOCALARIMIZ BİZİM MÜREBBİMİZDİR, MÜREBBİYEMİZDİR AYNI ZAMANDA” Bugün bazı üniversitelerin geçmişte olduğu gibi demokrasiye yönelik şiddetin odağında olduğunu aktaran Erdoğan, “Üniversiteler, savaşın, çatışmamanın, terörün, şiddetin değil barışın, demokrasinin, özgürlüğün öncüsü ve lideri olmalıdır. Bunu yapacak olan, hükümet değildir. Bunu yapacak olan üniversitelerin bizatihi ta kendileridir” diye konuştu. Van ziyaretinde Üniversiteler Arası Kurul’un da Van’da bir araya gelmiş olmasının da güzel bir tevafuk olduğunu söyleyen Erdoğan, “İnanıyorum ki Üniversiteler Arası Kurul’un da üniversitelerimizdeki bazı sorunları da zannediyorum ki kendi aralarında müzakere edeceklerdir. Çünkü üniversitelerim, kaybettiği birçok değerleri yeniden bulma süreci içersinde olmalı, biz şiddetle, gençliğimizi iç içe görmemeliyiz. Buna fırsat vermemeliyiz diye düşünüyorum. Gençlerimizi terörize etmeye çalışanlara da inanıyorum ki hocalarımız gerekli olan tavrı çok açık net ortaya koymalıdır. Çünkü hocalarımız bizim mürebbimizdir, mürebbiyemizdir aynı zamanda. Bayan hocalarımız mürebbiyelerimiz, beyefendi hocalarımız da bizim mürebbimizdir. Bunun yapılması lazım. Bizi bu şekilde yetiştirmeleri lazım” şeklinde konuştu.
Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.