Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Olay TV'de canlı yayınlanan seçime yönelik özel programda, çarpıcı açıklamalarda bulundu.
Ak Parti'nin karşısında her seçimde gizli, açık ittifaklar oluştuğuna dikkati çeken Arınç, şöyle konuştu:
"Hem siyasi aktörlerle karşımızda bir ittifak var, hem de bir 'koçbaşı' gibi HDP'yi piyasaya sürmek, ona barajı geçirtmek ve barajı geçmesi suretiyle de 'AK Parti'nin milletvekili sayısından biraz daha düşme olabilir mi?' Bunun peşine gittiler. Bu siyasi aktörleri dışarıdan destekleyen, bunun medya ayağı da yurtdışı ayağı da Pensilvanya ayağı da var. Bunlar da bir araya geldiler, lojistik destek sağlıyorlar siyasi aktörlere. Üçü içeriden, üçü dışarıdan artık sayısı biraz daha fazla olabilir belki, tam bir iş birliği içerisinde bir büyük projenin peşindeler."
Arınç, 2002'de AK Parti dışında sadece CHP'nin barajı aşarak parlamentoya girdiğini, Meclis'te iki partinin temsil edildiğini hatırlattı.
O dönem partisinin oy oranı az olmasına rağmen milletvekili sayısının 365 olduğunu dile getiren Arınç, sonrasında üç aktörün parlamentoya girdiğini ve bu kez yüzde 47 almalarına karşılık milletvekili sayılarının 340'lara, son olarak da yüzde 50 oya rağmen 330'un altında indiğini anlattı.
"Bu HDP projesidir" AK Parti karşısında, parlamentoya giren siyasi aktörler çoğaldıkça, oy oranları artsa dahi milletvekili sayısında kısmi bir azalma söz konusu olduğunu vurgulayan Arınç, şöyle devam etti:
"Bu sefer baktılar ki CHP uzamıyor, kısalmıyor, bundan bir fayda yok. MHP de uzamıyor, kısalmıyor. CHP bir puan daha artırsa 3-4 milletvekili bir şey ifade etmiyor. MHP birkaç puan daha yükselse onlar da çok fazla kıymeti harbiyesi yok. O zaman yeni bir siyasi aktörle AK Parti'nin oylarını biraz daha aşağıya çekebileceklerini düşündüler; bu, HDP projesidir. 'Paralel devlet yapılanması' dediğimiz örgüt, bugün bu üç siyasi aktörle iş birliği yapıyor. Yani onları güçlendiriyor, onların haberlerine daha çok yer veriyor, onlara daha çok propaganda imkanı sağlıyor. Hemen hemen Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da herhalde 16 il dolaştım, 16 ilde de onlarla sıkı bir iş birliği içerisinde. Bu projenin bütün aktörlerine bir görev verildiğini ve AK Parti'yi 'Evet yine iktidar olacak, buna inanıyoruz ama mümkün olduğu kadar sayısı az olsun, bir ayağı biraz çukurda kalsın, bir daha yüklendiğimiz zaman da bu hükümetten kurtulalım' şeklinde herhalde bir düşünceleri var. Siyaset böyle bir şeyse, bunu doğrusu gerçek siyaset olarak kabul etmiyorum."
"Birbirlerini yıpratmak istemiyorlar" Arınç, insanların bir partiye, programı, projesi, siyasi beyannamesi, Türkiye'nin geleceğinde oynayacağı rolü ve 78 milyon için ifade ettiği anlamı düşünerek oy vermesi gerektiğini ifade ederek, "AK Parti karşıtlığında veya Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığında birleşme"nin gerçek siyaset olmadığına dikkati çekti.
Bugün HDP'ye destek olan unsurların tamamının ortak bir paydasının "AK Parti karşıtlığı" olduğuna değinen Arınç, şu değerlendirmelerde bulundu:
"AK Parti gerilesin, küçülsün, güçsüzleşsin, AK Parti gitsin de kim gelirse gelsin veya Türkiye ne olursa olsun. İnanın her birine sorun, HDP'ye eğer oy vereceğini söyleyenler varsa onların hemen hemen ortak paydasının, AK Parti'ye veya Sayın Cumhurbaşkanımıza olan karşıtlık olacağını hep birlikte göreceğiz. 'Pensilvanya' dediğiniz grup da CHP de MHP de aynı düşüncenin içerisinde. Bu beraberliği kanıtlayan çok somut örnekler de var. Şimdi mesela hayret ediyorum, Şırnak'ta da konuştum, yani CHP'nin de MHP'nin de HDP'nin de karşısında tek rakip, ben diyorum ama onlar düşman gözüyle de bakabilirler, AK Parti'dir. Peki, CHP'nin HDP hakkında, HDP'nin CHP hakkında ve daha doğrusu aleyhinde veya MHP ile HDP, HDP ile MHP kavgasını duyan var mı? Birbirlerine söylediği herhangi bir eleştiriyi işiten var mı? Bursa'da bile yoktur, onlar beraberlik içerisinde, karşılarındaki hedefte AK Parti var. Oysa MHP'nin HDP için söyleyeceği hiçbir şey yok mu? HDP'nin MHP için söyleyeceği çok fazla bir şey kalmadı mı veya CHP'nin HDP'den farkları nedir? Niye bunları tartışmıyorlar? Çünkü birbirlerini yıpratmak istemiyorlar, birbirlerinin sinerjisiyle AK Parti'ye düşmanlık yapmak istiyorlar. Parlamento dışında veya siyaset dışı aktörlerin de birbirleriyle ilişkilerinde hiçbir sorun yok ama her biri, AK Parti'ye karşı düşmanlık etmek için ellerindeki bütün imkanları kullanıyorlar."
"O böyle söyleyince bize susmak düşer" "Sayın Cumhurbaşkanı'nın meydan mitingleri yapmasını nasıl yorumluyorsunuz?" sorusu üzerine Arınç, "Bu, kendisi tarafından izah ediliyor, Türkiye alışılmadık bir tabloyla karşı karşıya" ifadesini kullandı.
Arınç, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı iken 2011'deki genel seçimler öncesi "halkla buluşma" ya da "açılışlar yapma" adı altında programlar yapmadığını hatırlattı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ise baştan bu yana farklı bir cumhurbaşkanı olacağını, her zaman halka bir arada bulunacağını, her zaman bildiği doğruları söyleyeceğini, bir yanlışlık varsa da onların üzerine gideceğini söylediğini kaydeden Arınç, "Bu, bugünün yaptığı bir şey değil. Yani cumhurbaşkanlığı seçiminden önce de seçiminden sonra da bunları söyledi. Bunları eleştiren olabilir ama kendisi açık yüreklilikle 'Ben böyle yapacağım, ben halkımla buluşuyorum, ben yaptığım icraatları anlatıyorum, ülkem için 12 sene başbakanlık yaptım, beğenen beğenir, beğenmeyen beğenmez. Yani eleştiren istediği kadar eleştirsin, eleştirmeyen de istediği kadar kabullensin, eleştirmeyen de istediği kadar kabullensin, ben bu işi yapacağım' diyor. O böyle söyleyince bize susmak düşer" görüşünü dile getirdi.
"İlanihaye bir özgürlük yoktur" Başbakan Yardımcısı Arınç, "MİT tırlarında silah olduğu iddia edilen görüntüleri Cumhuriyet gazetesi yayınladı. Bu noktada iki görüş var; biri bu görüntülerin yayımlanmasını basın özgürlüğü ile izah eden görüş, diğeri de bunun Türk dış politikasının deşifre edilmesi noktasında izah eden görüş. Sizin değerlendirmeniz nedir?" sorusuna karşılık, buna yargının karar vereceğini belirtti.
Bu konuda, açılan bir dava ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın suç duyurusu olduğunu anımsatan Arınç, MİT tırları meselesinin neredeyse bir sene olduğunu, hem subaylardan hem emniyetten hem de yargıdan tutuklananlar olduğunu ifade etti.
Arınç, şunları kaydetti:
"Galiba Adana Savcısı veya Başsavcısı, ismini hatırlamıyorum, bu olayla bağlantılı olarak, 'Bunun bir MİT operasyonu olduğu, MİT'in de kendi kanunu içerisinde gizli operasyonlar yapmak mecburiyetinde olduğu, MİT sorumluları hakkında dava açılması için de Başbakan'ın özel iznine tabi olduğunu' söylemişlerdi. Buna rağmen savcı talimat vermek suretiyle emniyet işin içinden çekildi, bu sefer askeri koymak suretiyle hatta diz üstü çökerek hedef almış fotoğrafları da hep beraber izlemiştik. Dolayısıyla bu kapsamda kabul edilirse, bu bir suçtur. Hem MİT Kanununa göre suçtur hem de Türk Ceza Kanununda devletin gizli kalması gereken sırlarını bir şekilde ifşa etme.
MGK kararlarında, ben MGK üyesi bir bakanım, yani kararlar bir şekilde istenirse, MGK kendi içinde karar vermek suretiyle bunu isteyen kuruma verebilir. Benim bu 6-7 senelik dönemde böyle iki tane kararı ya mahkeme veya herhangi bir kurum istemişti, biz bunu verdik ama MGK'da konuşulanlar, yani zabıtları akseden konuşma, tartışma veya herhangi bir şey, bunlar ilanihaye, kesinlikle açıklanamıyor. Dolayısıyla MGK'da alınan kararlar, MGK'nın izni olmadan da yayınlanmak suretiyle bunu da herhalde Mehmet Baransu ile ilgili bir dava için söylüyorum, yani 'Karar budur' diyerek bir şekilde elde ettiği yazıyı açıklamıştı. Yani burada elbette 'Basın hürdür, sansür edilemez' diye bir anayasanın 28'inci maddesi kuralı var ama özel kanunlar içerisinde gizli kalması gereken belgelerin veya gizli kalması gereken operasyonların bir şekilde ifşa edilmesinin de TCK'ya, yani Ceza Kanununa göre bir suç olması muhtemeldir. İlanihaye bir özgürlük yoktur. Her şeyi yazabilirsiniz, çizebilirsiniz ama bir kişilik hakları vardır, suçun işlenmesini tahrik etmeyeceksiniz, bir de konusu suç teşkil eden bir eylemi yapmayacaksınız. Bence yargının kararını bekleyelim çünkü o bu konuda bir basın özgürlüğü kapsamında değerlendirirse bu tartışmalar bitmiş olacak, yok 'Basın özgürlüğü ayrı bir konu, devletin gizli kalması gereken belgelerini, bilgilerini alenen ifşa etmek de Ceza Kanununa göre suçtur' derse sanıyorum, bu önümüzdeki aylar içinde bu karar verilebilir, bunu görmüş olacağız."
Siyasette üslup eleştirisi Mitinglerde, binlerce insanın bulunduğu yerlerde heyecan katmak, insanları motive etmek, onlara bir hedef göstermek için zaman zaman sesin yükselebileceğine işaret eden Arınç, "Zaman zaman espri, polemik yaparsınız, zaman zaman da öfkeli davranırsınız ama bunların hepsinin yine bu söz kavramı içerisinde olması lazım. 'Nasihat ediyorsun da kendin ne kadar yapıyorsun?' denilebilir. Yapmaya çalışmak gerek. Mecliste de grup başkanvekillerinin her biri kürsüde esiyor, yağıyor, gürlüyor, önündeki kitapçığı fırlatıyor, ana avrat küfrediyor neredeyse. Bunlar söz değil, sözde bir hikmet olmalı" diye konuştu.
Arınç, Bursa'daki programlarında içinden gelen şeyleri söylediğini, bayram konuşmalarında, "Herkese edep lazım. İffetli ve ismetli olmak sadece kadınların değil, erkeklerin de işidir" dediğini hatırlattı.
Bunu söylemesinin gerekçelerini aktaran Arınç, şöyle devam etti:
"Neden? Çünkü kadına yönelik şiddet o hale geldi ki Türkiye'de sokakta kadınları öldürüyor, gözünü patlatıyor, kafasını kırıyor yani evlilik içi yaşasa da evlilik dışı yaşasa da boşanmış olsa da olmasa da çok aşırı bir şiddet var. Bunu psikolojik açıdan da manevi açıdan da sosyal açıdan da kendime göre yorumluyorum. Basının bir kısmı maalesef meseleye başka açıdan bakıyor. Oysa kadına da erkeğe de yönelik bir şeyler söylemeye çalışıyorum. Birbirlerine hakaret etmek, yok saymak, kişilik haklarına saldırmak, alay etmek, küçültücü sözlerde bulunmak yakışmaz. Kim yaparsa yapsın yakışmaz. Ben yapıyorsam bana yakışmaz, siz yapıyorsanız size yakışmaz. Cumhurbaşkanı yapıyorsa ona yakışmaz, Kılıçdaroğlu yapıyorsa ona yakışmaz. Birisinin bundan vazgeçmesi lazım. İslam'da güzel bir ölçü vardır, büyük alimler derler ki 'Önce, kendini haklı gören sussun çünkü herkes kendini haklı görecektir.' 'Ya kızıyorum ama o da şöyle söyle söylemeseydi, ben de böyle söylemeyecektim.' Tamam, sen haklısın, önce sen sus, önce sen bağışla."
'SEN DAVUTOĞLU AHMET HOCA'SIN, BAŞKASINA BENZEMEYE ÇALIŞMA' Arınç, tartışma ve oturup konuşma kültürünün toplumda bittiğini, siyasetin bunun en önde gelen etkenlerinin başında geldiğini belirtti.
Siyasetçilerin toplumda örnek şahsiyetler olması gerektiğine dikkati çeken Arınç, onların davranışlarına bakarak insanların kendi yollarını bulabileceğini anlattı.
Başbakan Yardımcısı Arınç, şöyle dedi:
"Mesela Sayın Başbakanımız, ben bir bakanım, milletvekiliyim ama dedim ki 'Siz Davutoğlu Ahmet hocasınız. Yani sizin toplumdaki imajınız, (Bu adam bir bilim adamıdır. Fevkalade edeplidir, çok iyi yetişmiştir, tarih bilgisi, kültürü fevkalade derindir. Yumuşak bir insandır, herkesi kucaklar.) Ben bir imaj maker olsam, size bunu tavsiye ederim.' Çünkü birilerine benzemek istersek tam benzeyemeyiz, onun yerini ancak kendisi doldurur. Yani güzel örnek olmalıyız ki insanlar bizi kendilerine örnek olarak kabul edebilsin. Şimdi böyle olmayınca insan aracını sollarken başkasına kızıyor, küt arabayı durduruyor, ne varsa arabada levye, kürek, adamın kafasına indiriyor. Ayağına kurşun sıkıyor. Gürsu'daki mesele yani bir belediye başkanı, melek, dünya iyisi fevkalade güzel bir arkadaşımız, içimiz yanıyor. Yanında çalışan bir adam. 'Bana şunu yap, yapmazsan bilmem ne olur.' Kim düşünebilir ki silahını çekecek de kafasına boşaltacak. Ne kadar çirkin, cinayetin bu kadar katmerlisi olamaz. Köprü, baraj, yüksek hızlı tren yapmak iyi de toplumu da sağlıklı bir şekilde götürmek lazım. Toplumu sağlıklı bir şekilde götürmenin yolu da eğitimden, güzel örnek olmaktan, tavsiye etmekten geçecektir."
Sıcaklardan dolayı terleyince, yorulunca sesinin kısıldığını, bu nedenle kısık sesle ve yavaş konuşmaya mecbur kaldığını söyleyen Arınç, bu üslubunun da düzenlediği toplantılarda çok olumlu karşılandığını bildirdi.
"Çok konuşur, hiçbir şey anlaşılmaz" Arınç, hükümet sözcülüğü görevinin çok zor bir sorumluluk olduğuna işaret ederek, hükümet adına yapılacak açıklamaları bütün dünyanın yakından takip ettiğini vurguladı.
Arınç, Bakanlar Kurulu toplantılarından ve bu oturumlar devam ederken Dışişleri Bakanlığından gelişmeleri anbean aldıklarını, toplantı sonrası yapılan açıklamayla ilgili izlenimleri Dışişleri Bakanlığının hükümete aktardığını söyledi. Arınç, "Piyasaların gözü üzerimizdedir. Dış politikanın gözü üzerimizdedir; 'Suriye, ABD için ne söyleyeceğiz' diye. Uçak düşmüşse neden düştü, açıklamamız lazım. Bir polisiye hadise bile olsa bu soruya karşı bir cevap vermemiz lazım" ifadesini kullandı.
"BAŞBAKAN BANA 'MELİH GÖKÇEK'İ MUHATAP ALMA, BUNUN HESABI DAHA SONRA GÖRÜLÜR' DEDİ" Arınç, hükümet adına diplomatik bir dille konuşmaya ihtiyaç olduğunu bildirdi.
İnsanların, o konuşmalarını şahsi olarak değil, hükümet sözcüsünün asıl beyanları niteliğiyle dinlediğini ifade eden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Çoğu zaman tabii bunun ağırlığı altında ezildiğimizi biliyorum; 'Nasıl söylesem?' diye. Bu konuda diplomatlar çok başarılıdır. Yani meclis başkanlığım sırasında da gördüm. En kritik konulara öyle güzel cümleler kurarlar ki siz, 'Ancak bu kadar söylenebilirdi' dersiniz. Bir de bu işin ustası tabii Demirel'dir. Çok konuşur, hiçbir şey anlaşılmaz. Yani öyle de konuşmak lazım zaman zaman fakat benim de öyle bir üslubum var ki ne sorarlarsa cevap vermeye çalışıyorum. Tabii haddi aştığım zamanlar da olur. Bu, Melih Gökçek'e verdiğim cevap mesela. Yani Başbakan dedi ki 'Muhatap alma, bunun hesabı daha sonra görülür' falan. Bir iki arkadaş daha söyledi ama ben de öyle başladım. Bir anda içimizi döktük. Sonradan da pişman oldum. Söylediklerimden dolayı değil ama hükümet sözcüsü sıfatıyla Bakanlar Kurulundan sonra böyle bir açıklamayı yapmak herhalde uygun değildi. Gönlüm öyle söyledi ama bu, silahtan çıkan mermi gibi geri dönmüyor. Olsun, onda da bir hayır var çünkü görüştüğüm insanların hepsi kulağıma 'İyi ettin' diyorlar. Demek ki onda da bir hayır varmış ama o iş ayrı bir iş."
Arınç, hükümet sözcüsü olarak konuşurken gazetecilere akreditasyon uygulamadığını, tüm katılımcıların sorularına cevap vermeye çalıştığını bildirdi.
"Kimse söylemezse ben söylerim" Programda, bir soru üzerine Arınç, israfla ilgili açıklamalarının tam da istediği gibi anlaşıldığını belirtti.
Açıklamalarını, partisinin Osmangazi İlçe Teşkilatının bir "vefa yemeği"nde yaptığını anımsatan Arınç, şöyle konuştu:
"5 yıl meclis başkanlığında israfa savaş açmış bir adamım. Birileri alay ediyor aklı sıra ama ben kazandırdım, Meclis'e kazandırdım. Servis araçlarında, ısıtmada israf vardı. Bütün altyapı bitmişti, israf vardı. Hepsini elden geçirdim, düzeldi. Cumartesi ve pazar günleri dahi Meclis'te bütün eklentilerini gezer, nerede bir şey var bakardım. Çöp kutuları içinde tomar topar beyaz kağıtlar. Her biri bir para. Başka şeyler, kalemler, şunlar bunlar atılmış, hiç kimse görmüyor. Yani kendi evinde yapmayacağı israfı devlet dairesinde yapan memurları cezalandırırdım. Bunun parasını biz veriyoruz, millet veriyor, utanmıyor musunuz? Kullandığınız her devlet malında israf oluyor mu, olmuyor mu diye bakmamız lazım. Sadece bizim zamanımızda değil, bizden önce de israf vardı ama bizim zamanımızda bununla mücadele ederek israfı asgariye indirmek zorundaydık. O dönem dedik ki 'Karnemizde 20 dersten pekiyimiz var ama bir dersten kırığımız var; o da israf konusu.' Ne kadar güzel söylemişim. Bundan dolayı hükümetimiz bir zarar görmez, yara almaz. Bu bir özeleştiridir ama bu sözümüzü muhalefet havada kaptı."
"Muhalefete acıyorum. Bu gerçeği söylemek çok doğru bir şeydir ama bu gerçek üzerinden hükümeti yıpratmaya çalışmak da zafiyettir" diyen Arınç, şu ifadeleri kullandı:
"Madem böyle bir şeyi sen de biliyordun da kardeşim niye benim konuşmamı bekledin? Ne güne duruyorsun? Elin armut mu topluyor? Ey Kılıçdaroğlu, 'Bu devlette israf vardır', niye bugüne kadar söylemedin. Ey Bahçeli, 'vatan haini' diyorsun, 'bölücüler' diyorsun da 'Bu devlette bunlar da israf yapıyorlar' diye, inanıyorsan niye bugüne kadar söylemedin? Boş şeyler bunlar ama bir gerçeğin muhalefet tarafından da kabul edilmesinden memnuniyet duydum. Bu, o gerçeğin büyüklüğündendir, muhalefetin büyüklüğünden değil. Dolayısıyla 'Hükümetten birisi bunu söyler mi?' Söyler kardeşim. Kimse söylemezse ben söylerim. İsraf var ve bu israf yüzünden devletimiz milyonlarca belki masraf yapıyor. O masrafları biz yapmayabiliriz. O masrafları başka yerlerde kullanabiliriz ama bu şununla orantılı değil. Yani bu hükümet kaynakların her birini israf ediyor da hiçbir şey yapmıyor. Biz her şeyi yapıyoruz ama israf olmasa belki insanlarımızdan daha az vergi yüküyle daha çok şeyi yapacağız. Yaptıklarımız ortada. israf var olmasına rağmen bu kadar gelişme yapıyoruz."
Hükümet harcamalarını dengeli yaptıklarına işaret eden Arınç, bütün kalkınmayı, başarıyı mali disipline borçlu olduklarını bildirdi.
Arınç, kendilerinden önceki hükümetin 22 bankayı batırdığını ve devletin, milletin sırtına yük getirdiğini belirterek, "Bizde sadece şimdi o tamamen el koyma değil; Bank Asya ile ilgili işlemleri kastediyorum. Bir de ilk geldiğimiz zaman Cem Uzan'ın bankasıyla ilgili durum oldu. Onun dışında hiçbir banka, finans sektöründe güçsüz hale gelmedi" diye konuştu.
Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarının her talebinin yerine getirildiğini belirten Arınç, oy kullanmak için randevu sisteminin kalktığını, 24 günlük süre verildiğini hatırlattı.
Arınç, Almanya'da ortalama 1 milyon 400 bin, Avrupa'nın tamamında ise yaklaşık 3 milyon kişinin, sandık seçmen listesinde bulunduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Dediler ki 'Tamam artık sizden başka bir şey istemiyoruz.' 'Ha başka bir şey istiyoruz o da şudur; buraları da seçim bölgesi yapın, bundan sonra Münih'ten de Köln'den de Bremen'den de milletvekilimiz olsun.' Bu bir anayasa değişikliğini gerektirir, yani yurtdışında seçim bölgesi yapma konusu, buradan vereceğimiz bir karar değil. Haksız da bir karar değil ama siz bir kendinizi ispatlayın bakalım. Bak ne istiyorsanız yapıyoruz, askerlik 10 bindi, 6 bine düşürdük, şimdi bine düşürdük. Pasaport harçlarını çekirdek, fıstık parası yaptık. Şu şöyle oldu, yeter ki sandık başına gidin oy kullanın, yani kendinizin varlığını ispatlayın. Bu çok önemli bir şey. 'Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, yurttaşıyım, Türkiye'deki seçimlere oy kullanıyorum, bu bir şereftir, aynı zamanda da görevdir.' Bunu yapın, anayasayı değiştirecek gücümüz olsun, tamam size seçim bölgesi de yapacağız, oradan milletvekili parlamentoya gelecek. Hiç merak etmeyin. Merak ettik ama bak ne çıktı? Çok düşük yani yüzde 35. Bir öncekine göre elbette fazla ama istenen ölçüde değil. Bir rehavettir bir ilgisizliktir belki. Yani sandık başına gidenlerin çok büyük ölçekte AK Parti'ye oy verdiğini en azından tahmin ediyorum ama kime oy verirse versin, bir vatandaşlık görevinin sandıkta yapılması lazım."
Yurtdışından seçime katılım oranı düşük olmasına rağmen 1 milyondan fazla oy kullanıldığını anlatan Arınç, bunların katkısının görüleceğini kaydetti.
Bunun bir basit hesaplama yöntemi bulunduğunu dile getiren Arınç, "Yüzde 35 ile bizim yurtdışından seçim bölgesi yapma niyetimiz biraz fantezi kaçıyor. Çok gitmeleri, koşmaları, birbirleriyle yarışmaları lazım. 4 senede seçim olacak diye büyük bir heyecan duyuyoruz, onlar da 4 senede bir oy kullanacaklar. Velhasıl bir analiz yapılabilir, 'Niye böyle bir ilgisizlik olmuştur?' diye. 2,5 misli bir artış var ama şahsen yeterli görmüyorum. Yüzde 60'ın üzerinde iştirak bekliyordum, bize söylendiği kadarıyla" ifadesini kullandı.
Sayfada yer alan bilgiler tavsiye niteliği taşımayıp yatırım danışmanlığı kapsamında değildir. Yatırımcı profilinize uymayabilir.